Merhaba, Çoban Yıldızı.
Geçen Tunalı’dan Karanfil’e yürüyorum saat sabah 4-5 civarı, aklımda ise hissettiğim soğukluk vardı, beraber sokaklarında ıslanarak gezdiğimiz şehre kadar uzanan. Parça parça kırdın mevsimin sıcaklığını ve hissettirdin o keskin ayazını hem orada hem de burada.
‘Ne gerek vardı?’ Samimiyetimle söylüyorum, ne gerek vardı havamızı değiştirmeye. Birimiz baharı yaşasaydı veya yaşadığını sansaydı en azından… Ben mutfağa gittiğimde ne alacağımı unutup geri dönen ama seni asla unutmayacak olan bir çocuktum. Söyler misin bana, ne gerek vardı kendini bu kadar gözümden düşürmeye ve bu duruma devam etmeye; ne gerek vardı? Sabır dedin, güzel bir şey sendeki, rüzgar sert esmeye başlamıştı artık her iki yaprağı da savuracak cinstendi. Savrulmaya ne gerek vardı?
Ahmet Arif’in de söylediği gibi hasretinden prangalar eskitmiştim oysa ben. Hadi hepsini geçtim sevseydin ucundan, ucundan sevseydin eğer görmezden gelemezdin içimdeki seni. Artık daha iyi anlıyorum bazı şeyleri, seni. Ben iki okeyim varken sana bitecek kadar açık oynardım, sense çakma okeyleri bile gizlerdin benden, ne gerek vardı böyle oynamaya? Yandan taş çalmana da gerek yoktu, söyleseydin istekamdan istediğini alabilirdin…
Geriye karşılıklı oturamayacağımız bir masa, başı boş yapraklar, açılmamış taşlar, bir de yarım kalmış bir oyun kaldı. Merakımdan değil bil diye söylüyorum, kolum ışıklara yetişir karanlıkta. Önemli olan düğmeye basmak değil lambanın yanıp yanmaması.
Furkan Yasin Bora