Histerik ağrılarla yüklü bir gece,
Müzik gelir uzaktan:
Ben gamlı hazan
Sense bahar
Dinle de vazgeç…
Gökyüzüne bulaşmış senin histerik kalabalıklığın, kokuşmuşluğun… daha ilk fırsatta soludum şehri. Aynı sen gibi. Sağlıksız, her an nöbet geçirir gibi. Korkunç derecede mutsuz. Vıcık vıcık insan kalabalığı. Gecenin bilmem kaçı. İçmişim. Sorgusuz sualsiz batmışım karanlığına. Ne akıl kâr kalmış yanıma ne fikir. Havasından mı, suyundan mı, senden mi?
Bir bayrak takıp dalgalanmak gerek. Gökyüzü temiz ama sen uçamazsın. Tutsak kuşların bir gün uçabilme ihtimalleri vardır. Senin yerde sürünme ihtimalin gibi. Sen, hayatın boyunca asla uçamazsın. İnsan, kendi kendini tutsak eder mi? Hem tutsak hem yarım bir beyinle asla uçamazsın. Karın ağrın bundan, nöbetlerin bundan. Vedaları oku şimdi satır satır:
ağzı açık ayran baygını
üstü çıplak orman kaçkını
yüzün gözün yamulmuş kederden
elin tutmaz saptan, çöpten, kirden
yanına dikmişsin bir kadid-i beşer
bit pazarında satılmaz
üç beş kelam bilmez
sokak süpürgesi bile denmez
o da olmaz olamaz
Ezgiler beynime yanık yanık geliyor. Burnumun direği sızlıyor. Mikropların, pasakların, yalanların, aldanmışlıkların… anladım sen bir sokak süpürgesi. Süpürür durursun. Hangisinden kurtulsan o kalır bedeninde. Eline almışsın mikroptan ölçüleri. Ne pişirsen zehir kusarsın. Seni kanser eden çevre ölçüleri mi, için mi doğuştan çürük? Nasıl yaşar insan bu kadar aşağılarla. Mesela bir bahar sabahı iner çıkar mı merdivenleri, umarsız yürür mü sokaklarda, şiirler okur mu uçan kuşlara, mutluca gezinir mi hanenin odalarında, nazende bir kuş görünce gülümser mi… yapamaz, bakamaz, gülümseyemez, koşamaz, konamaz… sen asla bir bahar sabahı uçamazsın!
Çöplükler yanımdan geçiyor. Çöplük dediğin zehir değil midir? İnsan kendi kendini zehirler mi? Alsana başına geçirdiğin çatı. Zehirden bir acı. Kahret ellerini, gözlerini, ciğerlerini. Belki bir gün zehirden toz zerresi olur uçarsın. Belki o gün uçarsın…! Bir yok oluş sözleşmesi değil mi, kendi zehrini kendi kadehine boşaltman? Beli kalın, aklı kısa, burnu kıvrımlı, hazin bir yaratıkla… al sana ölüm sözleşmesi. Ölmeyi bekleme ya da toz zerresi olup uçmayı hiç bekleme…
‘Öldük ölümden bir şeyler umarak
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü
Nasıl hatırlamazsın o türküyü’
C.S.Tarancı
Hatıralar, güzel hatırlamalar, artık onlar da toz zerresi. Görmem seni, bakmam göz ucuyla. Ahkam kesemem. Ben Tanrı değilim, kutsal değilim, ama kötü biri hiç değilim. Biraz insanım. Zayıf anlarım, kederlerim, saçlarımdan yitip giden aklarım… Kulağım müzikte ‘Yann Tiersen Porz Garet’ Ruhumu büyütürüm her sabah. Çöp olmamaya yemin eder gibi. Her sabah sayfalar çeviririm. Her sabah, çöplüklere karşı. Sayfalar…
Savurdu rüzgar keskin bir koku. Son kez çektim içime. Ellerim, ellerim artık kekik kokmuyor! Hususiyetlerini, çerçeveni de al yanına. Oku eskiden gazeller: Elveda.
saksılarda menekşeler birikti
elveda
senden yana vurulmuşum
elveda
ellerimde kekikler soldu
saçlarımdan savrulmuşum
elveda
koş dikenli yollara
iğnelerle yaşlan
kanasın ayak bileklerin
kırılsın kanatların
elveda
sen hayatın boyunca asla uçamayacaksın
elveda
menekşeler soldu
yitip giden aşklara
dağ kekikleri uçurumlardan kovuldu
elveda…
Yeryüzüne korkunç bir çürümüşlük kokusu yayıldı:
Doğuştan için mi çürük? Paslı bir hançer gibi sırtından vuruyorsun insanı. Seni de anlamak lazım aslında. Para, hırs, yalan, dolan… her sabah bunlara süpürge çalmak çürütür insanı belli ölçüde. Yeryüzüne bulaşmış adi kokuşmuşluğun. Birden ürktüm. Burnum gökyüzü altında.
ellerimi kaldırdım
bir bayrak kadar özgür
dalgalandım
leylak kokuları saçlarımda
kokuşmuşluktan uzakta
ellerim kekik kokmayacak bir daha
ama
sayfalar ellerimde çevirdim,
korkmadım
oku eskiden gazeller
Elveda…