Aynaya baktığımda görmek istediğim röntgen filmim olmalısın. Sakin, durağan, soğuk, mesafeli ama aslında çok içten ve yanıbaşımda gibi. Ama bir o kadar da uzak gibisin. Bazen gerçek mesafelerde bile başucumda, bazen yanımdayken bile okyanus aşırılardasın.
Belki de hepsi benim. Evet, evet hepsi benim tümlüğüm. Hiç olmadığım ama olmak istediğim. Ya da bazen ardına sığınmaktan sıkıldığım dışadönüklüğümün bana geri dönüşüsün sen. İçimde barındırdığım ama nasıl olunacağına dair hiç fikrimin olmadığı sudaki aksimsin. Sende kendi yüzlerimden birini görüyorum. Birbirlerinde kendi yansımalarını görmeli insanlar ve o yansımaları birleştirerek oluşan kocaman ışık huzmeleri ile hizmet etmeliler evrene.
Bazen kendi yansımalarımda kayboluyorum. İçime bakıyorum, her şeyi barındırıyorum orada. Birini öldürdükten sonra yakıp, küllerini bir pet şişe ile buzdolabında saklayacak kadar cani; evsiz barksız, hüzünlü gözlerle etrafı izleyen birini alıp, dertleri ile gözlerimi dolduracak kadar yufka yürekliyim.
İçimden bin bir türlü karakter, bin bir türlü rol geçiyor. Bazıları kalıyor, bazıları gidiyor, bazıları sadece geçerken uğruyor. Ama hepsi bana ait.
Tüm bu yansımaların arasında kendimi bir tanesine bırakmak istiyorum. Bir tanesine ait olmak, orada kalmak ve oradan yoluma devam etmek.
İşte orada kocaman bir levha: DUR!!!
Buraya değil, az ileriye diyorsun bana. Kendi yansımalarıma kendimi teslim edemiyorum. Yansımalarım yanılsamalarıma dönüşüyor. O değil misin sen? Bir parçası değil misin diğer benlerin? Kendimi sana teslim edemeyeceksem ne işim var burada ve ne halt ediyorsun zihnimde?
Çünkü benim artık gardımı indiresim, beyaz bayrak sallayasım, gözlerimi kapatıp kendimi boşluğa bırakasım var.
Tutmayacaksan yol vereceksin, ortası yok!