Kapısı kapandı işte evdeki her odanın. Herkes odasına çekildi sabaha kadar aralıksız uyumak için. Bir ben kaldım kulaklarımdan beynime doğru işleyen uğultularla. Ne vardı kendimi yalnızlığa bu kadar alıştıracak?
Sonbaharın önce soldurup daha sonra da rüzgarıyla düşürüp savurduğu küçük, savunmasız bir yaprak gibi hissediyorum kendimi. Yaşamımda bana yazılan tek şey düşüp düşüp kalkmak sanki. Düşmekten yoruluyorum ama kalkmaktan da vazgeçemiyorum.
Her seferinde bir yenisi ekleniyor yüklerin omzuma. Ağır taşıyıcı bir hamalıyım hayatın. Hafif olan hiçbir yükü yüklemedi bana. Tam anlamıyla mutlu olduğumu da hatırlamıyorum hiç. Unutmak istediğim çok bir şey yok ama hatırlamak istemediğim çok şey var.
Aslında yaşadığım her şey, daha hızlı koşması için ata vurulan kırbaç gibi. Hepsini daha sağlam adımlarla yürüyeyim hatta koşayım diye yaşıyorum. Ama canım da çok yanıyor. Bir yanım hep eksik ve hiç tam olmayacak gibi. Eksiklerini yaratansa insanın kendisi. Tanrı insanı yaratırken her şeyiyle yarattı, eksiksiz. Biz değil miyiz var olan her şeyi yok etmeye çalışan?
Affetmemekte direndikçe eksiliyorum. Geçici yara bantlarıyla kapatmaya çalışıyorum kanayan yaralarımı. İşe yaramıyor, üstelik işe yaramadığını onları çıkartırken canım daha çok yandığında anlıyorum. “Yaşanılan hayatlar kimsenin kendi tercihi değil. İnsan buncasına acılı bir ruh haliyle yaşamayı neden seçmek istesin yoksa?”
Senelerdir odanın bir köşesine bırakılmış, eski bir sandık içinde saklı sanki mutluluk. Açılsa sandığın kapağı tüm gıcırtısıyla ve tozuyla, çıkacak ve yayılacak etrafa. İzin verseler, küf kokularını da yenecek oysa. Seneler öncesinden kalmış tozlu, solmuş ama yine de değerli bir fotoğraf gibi gülümsetecek yüzümüzü izin verseler. Açmıyor kimse o sandığın kapağını. Belki de cesaret edemiyor insan, korkuyor içten içe.
Mutluluktan korkmak… Hayatın insana sunduğu belki de en acımasız duygu mutluluktan korkma duygusu. Hayat bir kovalamaca öte yandan. İnsan arada bir kaçıp saklanma gereği duyuyor. Başını alıp gideceği bir yer arıyor sokak sokak. Her adımda yeni hayatlar, yeni insanlar tanımanın ağırlığıyla devam ediyor yola.
Bir zaman sonra insanın gülüşleri de saklayamaz hale geliyor yorgunluğunu. Üstelik, şehirlerin de insanı yoran bir yanı var. İnsan iyisi mi kuşlara uyup göç etmeli. Başka türlüsü güç. Ya da birinin kendisini alıp bir fotoğraf gibi sandık içerisinde saklamasını dilemeli.
Yaşamın tadını çıkarmaya çalışırken kaybettiklerinin farkına varmıyor insan. Hayatın bize verdiği bir yaşam, aldığıysa daha fazla.