Son zamanların en popüler hastalığı şüphesiz ki tükenmişlik sendromudur. Sanatçısından ev hanımına, çalışanından çalışmayanına kadar herkes bir anda bu hastalığın pençesine düştü. Bu hastalığa yakalananların en sık kullandığı cümleler ise; “Kendimi tükenmiş hissediyorum.” “Çok bitkin durumdayım.” “Hayat beni çok zorluyor.” veya “Hiçbir şeye yetişemiyorum.” gibi umutsuz cümleler oluyor. Peki, niye bu kadar hızlı tükeniyoruz? Gerçek anlamda tükeniyor muyuz yoksa yaşadığımız sadece bir algı yanılması mı? Bambaşka bir çerçeveden bakmak gerekirse; hayat bu kadar zor mu?
En baştan başlamak her zaman daha etkili bir yol haritası çizmemizi sağlar. Bu sebeple bizde doğru yere ulaşabilmek için ilk sorudan yola çıkalım. Niye bu kadar hızlı tükeniyoruz? Mükemmel bir hız çağında yaşarken ve teknolojinin imkanlarından sınırsız bir şekilde faydalanırken kendimizi niye böyle çaresiz hissediyoruz? Cevap basit. Çünkü bu hıza yetişmeye çalışmak hepimizi yoruyor. Günün her saatinde zamanla yarışıyoruz. Sevdiğimiz işlerle meşgulken bile zaman açısından sınırlıyız. Pek çoğumuz ise, zamanı verimli kullanamadığı için yapmaktan keyif aldığı işlere bile zaman ayıramamakta. Durum böyle olunca da devamlı çalışan ve hep bir yerlere yetişmeye uğraşan insanoğlu, bir noktadan sonra bu kısır döngüde sıkışıyor ve kendini tükenmiş hissediyor. Tüm bu yaşadıklarımızın temeline indiğimizde şu soruyu da sormadan geçmemek gerek. Acaba gerçek anlamda tükeniyor muyuz? Ne yazık ki evet… Ruhsal olarak kendi benliğimizin her bir zerresini yaşadığımız bu olumsuz his ile tüketiyoruz. Kelimenin tam anlamıyla kendi kendimizi yiyip bitiriyoruz. Fakat bu sorunu yaşayan herkesi de aynı şekilde değerlendirmemeliyiz. Çünkü öyle bir grup var ki havadan nem kapıp duyduğu tüm popüler rahatsızlıkları kendinde varmış gibi yansıtıyor. Küçücük bir problemi büyütüp kendilerine dert ediniyorlar. Sonra da bu rahatsızlığın arkasına sığınıp yoruldum, tükendim rollerinde çevrelerinden ilgi görmeye çalışıyorlar. Bu sebeple bahsettiğim iki grup birbirinden doğru şekilde ayırt edilmeli diye düşünüyorum. Nasıl ki depresyon hastalığının eski önemi kalmadıysa, tükenmişlik sendromu da bir süre sonra öyle olacak. Oysaki bu tür ruhsal bunalımlar sanıldığından çok daha derin çıkmazlar yaratır. Bu çıkmazlar ise, insanın hayatı daha zormuş gibi algılamasına sebep olur. Peki, hayat gerçekten algıladığınız kadar zor mu?
Aslında bu sorunun cevabı tamamen sizde gizlidir. Çünkü hayata nasıl bakıyorsanız, öyle göreceksiniz. Eğer hayata gül bahçesindeki güllerin arasından bakıyorsanız, muhtemelen bir cennet bahçesi göreceksiniz. Tam aksine o gül bahçesine dikenlerin arasından bakıyorsanız, o zamanda orası size cehennemden bir köşe gibi gözükecektir. Kısacası hayata bakışınız, olgunluk seviyeniz ve yaşamdan aldığınız tada göre, bu hayatın zor olup olmadığına ancak siz karar verebilirsiniz. Sonuç olarak da verdiğiniz kararın neticelerini yaşar ve hayatınızı da o yönde şekillendirirsiniz. Tercih tamamen size aittir.