Son sözler kalır; onu da giderken bırakırsın arkanda.
Son umudun kalır. Son umudum dersin; derinden gelen sessizliğinin ifadesinden silinir.
Son kelimelerin kalır ya da öyle olduğu sanırsın artık bir başkasına söylenmeyecek kadar açıktırlar…
Bir son vardır ya “adımıza” hangisi yakışır der; bir son vardır ya “o” yakışır dersin, bu anlamsızlığımıza bu suskunluğumuza ve bitkinliğimize…
Hangi sondur o der; ikimiz birbirimize bu kadar yakınken ilk durakta indiren…
Hangi aşk son durağımızda kalırdı ki; geçerken belki de “biz” fark etmezken…
Kelimelerimizi birbirimize konuştururken açık saçık cümleleri atıp tutarken söyleyip pişman olurken…
Hayallerimize masallar anlatırken ve “biz” olmazken… Başkaları bizim masalımızı anlatırdı. Kahramanlar iki kişilikti ve iyiydi… Kötü karakter vardı elbet ama herkes kendi kötülüğünde boğulurdu sonunda ve hep mutlu sonla biterdi… Hangi “son” hangi “mutsuzluk” yakışırdı ki “bize” ve hangi nedenlerle…
Umudun vardır çünkü zamanın vardır ya da zamanın senin olduğuna ve zamanının olduğuna inanan bir “sen” vardır. Gücün vardır sahip olacağın bir hayat… Seni mutlu edecek dostlar ve seni mutlu edecek bir aşk bir sevgi bağlılık ve bencilik… Sonunda her şeye sahip olmak istersin olursun er ya da geç ama yine de bıkmadan usanmadan istersin… Arkanda bıraktığın kırık bir kalp umursatmaz seni ya da yaptığın milyonlarca hata, hata demezsin onlara, görmemezlikten gelirsin halının altına süpürmek gibi yani… En sonunda yatağına uzanırken, ne kadar çok varken ne kadar çok olmadığının farkına varırsın çok gözükmek kalabalık yapmaz seni bunun farkına da ancak yalnızken varırsın vardığında ya çok geç kalmış olursun ya da yarıda yakalamış… Ama en azından farkına varmışsındır ki “yalnızlığını yaşarken sadece bir ruhun vardır” ve sahip olduğun tek gerçek de aslında o ruhdur.