1- Evrendeki tüm varlıklar rastlantıların sonucudur.
2- Evrendeki hiçbir varlık tesadüfen ortaya çıkmamıştır.
Bu karşıt düşünceler hakkında birkaç temel görüş var:
“Olasılıklar Hipotezi: Varlıkların veya olayların ortaya çıkması için birtakım koşulların oluşması gerekir. Bu koşulların oluşması tamamen rastlantısaldır. Örneğin ‘Big Bang’ denen Büyük Patlama’dan sonra Karbon-12’nin oluşması için 6 Proton, 6 Nötron ve 6 Elektron’un bir araya gelmesi gerekiyordu. Bunlar, sonsuz sayıda fenomenin süregeldiği o kaotik evrende uygun koşulları buldukları anda oluştular. Diğer 105 element de aynı şekilde ortaya çıktı. Ve daha sonra bunların kombinezonları yeni varlık ve olayları meydana getirdi. Tüm bunlar tesadüfen oluşmuş evrensel fenomenlerdir; çünkü her şeyin bir ‘var olma’ ihtimali vardır. Hatta bunların çoğu matematiksel olarak hesap edilebilirler; fakat bu hesap çok sayıda bilinmeyenin, sabit değerin ve değişkenin bilinmesinden sonra yapılabilir. Öyleyse her şey tesadüflerin eseridir ve hiçbir şeyin rastlantı olmadığı ifadesi doğru değildir.”
“Kelebek Etkisi: Dünyadaki her şey tahminlerin ötesinde bir hassas dengeyle birbirine bağlıdır. Dünyanın bu yüzünde bir kelebek kanat çırpsa, bu hareket -hava moleküllerini öylesine titreştirebilir ki- öteki yüzünde bir kasırgaya neden olabilir. Hatta bu kasırga evrenin her bölgesinde hissedilir; ama örneğin 2,5 milyon ışık yılı uzaklıktaki bir galakside sadece 0.0000000000000000000000001 şiddetinde bir etki bırakır. Öyleyse, aynı atmosferle çevrili yeryüzü gezegenindeki aynı magma tabakası üzerinde yer alan her şey, sebep-sonuç ilişkilerini de hesaba katarak düşünürsek, kendi aralarında çok daha dinamik birer ilişki içindedirler. Her şeyin bir nedeni vardır ve her sonuç bir nedenin eseridir. Bu tür bir mantık yolu izlediğimizde doğal olayların hiçbiri rastlantı değildir çünkü hepsi bir/kaç sebebe dayanır, diyebiliriz.”
“Akıllı Tasarım Hipotezi: Hiçbir şey rastlantı değildir. Evrende ve doğada öylesine hesaplı-kitaplı sistemler, öylesine akıllı kanunlar ve düzenler var ki; bir kör talih tüm bunları ortaya çıkarmış olamaz. Zaten bu kadar optimum kapasite ve kurallarla işleyen hiçbir muhteşem sistem kendi kendini yaratamaz. Bunun hesabını yapmaya kalkışacak denklemlerin karşılığı hep sıfır olacaktır.”
Bakınız: ana rahmindeki bir yumurtanın 9 ayda gelişerek bir insan modeli olarak tesadüfen ortaya çıkması ihtimali sıfıra çok yakındır. 3 kiloluk bir bebek yaklaşık 3 trilyon hücre ile doğar. Bu hücrelerin bir düzen içinde bir araya gelip insan seklini oluşturması olasılığı: 1 bölü 1 trilyon üzeri 1 trilyondur. Yani 1 trilyonun arkasına 1 trilyon sıfır konularak yazılan bir rakamdır. (Burada yazabilecek olsak, sıfırlar dünyanın çevresini birkaç kez dolaşabilir.) Bu da bir bölü sonsuza yakın bir rakam demektir. Bir bölü sonsuzun sonucu da sıfırdır.
“Demek ki buradaki tesadüf oranı karşımıza neredeyse sıfır olarak çıkıyor. Zaten bir yerde bir sistem ve düzen varsa, orada bir düzenleyici, bir sistem operatörü var demektir. Öyleyse, bu sistemin de bir yaratıcısı vardır. O da Tanrı’dır. Ve Tanrı en küçük atomundan en büyük galaksisine varıncaya kadar evreni kurup işleten, idare eden en yüce güçtür. O’nun bilgisi ve izni dışında hiçbir olay cereyan edemez. Dolayısıyla hiçbir şey rastlantı değildir.”
Evet, bütün bu açıklamalardan sonra görülüyor ki ortaya yüzde yüz bilimsel veya elle tutulur gözle görülür bir yanıt çıkmadı. Neden acaba?.. Çünkü bilim, neden sorusu ile değil, nasıl sorusuyla uğraşır. Bunun nasılını bulmak içinse henüz ne bilimsel veriler ne teknolojinin olanakları ne de insan aklının evrimi yeterli.
Öyleyse, şimdilik neden sorusuna cevap veren yanıtlarla yetinmek zorundayız. Bunlar da yukarıda verildi, seçim sizin. Eğer seçenekleri az buluyorsanız, o hâlde ABD’ye gidip vücudunuzu dondurtun ve 500 yıl sonra canlandırılmanızı isteyen bir vasiyet bırakın, derim. O sayede bu konuda tüm yanıtların bulunmuş olacağı bir dönemde yeniden diriltilme olasılığını elde etmiş olursunuz belki.
Benim kişisel görüşüm ise şudur:
Her şeyi tesadüf olarak görenler Kaos Teorisi’ni iyi anlamaya çalışmalıdırlar. Hiçbir şey tesadüf değildir, diyenler de ihtimallerin sonsuz olduğunu gözardı etmemelidirler. Seçeneklerin içinde hem tesadüflerin hem de tesadüfî olmayanların sayısı oldukça yüksektir.
Bu soruların ve diğer birçok sorunun yanıtlarını, bence “ya bu doğrudur ya da o…” tarzında, yani siyah-beyaz tonlarda değil; grinin binlerce tonlarında ve daha bütüncül bir bakışaçısıyla aramayı denemeliyiz.
Hem analiz, hem sentezle kalın…
Mehmet Sağlam
05.10.2007