Tavrah’tan ayrılalı yarım günü geçiyor. Fakat hala gerisin geri bakmadan edemiyorum. Sırtımdaki yükün ağırlığını uyuşan bedenim artık hissetmiyor. Her adımda biraz daha uzaklaştığım insanların ağırlığı daha çok yoruyor. Evimden, annemle birlikte binbir zahmet ektiğimiz bahçemden ve bu bahçeyi sulamak için ellerimiz nasır tutana kadar su çektiğimiz kuyudan bahsetmiyorum. Mezarları dahi kazılıp oraya gömülmeden öylece bırakıp kaçtığımız yakınlarımdan, arkadaşlarımdan bahsediyorum. Bir keresinde arkadaşım ölen babasını mezara öylece bırakıp üzerine toprak atmanın zorluğundan bahsetmişti. Dökülen her toprakta “Acaba canı çok yanıyor mu?” diye düşünmenin zorluğunu anlatmıştı. Bundan daha zor ne olabilir ki diyordum. Daha zorunu artık görebiliyorum.