Bir işadamı düşünün. Sıfırdan başlamış, başarılı olmuş, işini büyütmüş. Şimdi güçlü, ünlü ve zengin. Elde ettiği başarının, sahip olduğu gücün ve paranın kendisine sağladığı bir özgüven var. Başladığı nokta ile ulaştığı noktayı değerlendirdiğinde kendisiyle gurur duyuyor, daha da bir pekişiyor kendine güveni… Ne isterse olması gerektiğini, nasıl düşünürse, ne yaparsa doğru ve onaylanmaya hakkı olduğunu düşünmeye başlıyor.
Özgüven abidesi işadamımız yıllar geçtikçe, cebi doldukça, ünü arttıkça gizliden gizliye kendini beğenmiyor. Azalan saçlarının yerine saç ektiriyor, kemerli burnunu estetik operasyonla hokka gibi yaptırıyor, fazla yağlarını aldırıyor, mayoyla fotoğraf verdiğinde görünmesi için kas yapıyor. Bir süre sonra, mevcut durumuna canla başla birlikte geldiği, tıpkı evlilik yemininde olduğu gibi “iyi günde, kötü günde” beraber olduğu eşini beğenmemeye başlıyor. Parasıyla kendine yer açtığı çevrede gördüğü, parasıyla arkadaş olabildiği, parasının gücü nedeniyle kabul gördüğü ortamdaki insanlardan birisine tutku duyuyor, bulduğu karşılığı da gerçek aşk sanıyor. “Aşık oldum” diyerek eşini terk ediyor…
Okumaya devam et “Vitrindekiler: Hormonlu Özgüven Düşük Özsaygı Mağdurları”