Uyandık… “mış” gibi yapmıyoruz artık. Bilmiyoruz, bakmıyoruz sormuyoruz kendimizle konuşmuyoruz. “Küs” gibiyiz. ‘Sakın konuşma!’ derken bile duymak istediklerimiz var, ama acıtır diye kulaklarımızı kapattığımız… Söylemek istemediklerimiz var söylemek zorunda olduklarımız gibi… Amalarla başlayan cümlelerimiz var ama!
Bir şeyler eksik. Yarım kalmış bir şeyler… Uyandığımızda sözlerimize, kendimize, zamanımıza “harcanmışlık” yaşattığımız şeyler. Ne garip değil mi? Başlarken “biz”dik bitirirken yabancılaştık hiç tanışmadık sanki…
İki fotoğraf düşünün, birbirine yakın tarihlerde çekilmiş iki fotoğraf… Birisi yüzlerde en güzel gülümsemeleri barındırırken, diğeri gözlerde endişe ve mutsuzluk taşıyor… “Yedi farkı bulun” oyununu anımsatan bu değişikliğin sebebi sizce ne olabilir? Bence “küçük şeyler”dir sebebi. İnsana en kötü anında, gözüne dönülmez hata olarak görülen hareketler veya telafisi olmayan sözler de bu “küçük şeyler”e dahil konumdadır. Günlük hayatın stresi, iş ve aile problemleri, karşılıklı ilişkilerde olumsuz rol oynar. Güne güzel başlamışken nasıl alınan bir kötü haber insanı “sol tarafından kalkmış”lığa itebiliyorsa insanın beklentilerinin karşılanmaması da hayal kırıklığı yaratabiliyor.