İzmir’e döneli neredeyse bir hafta olacak. Yorgunluğumu ve içimdeki ayrılık hüznünü yavaş yavaş üzerimden atıyorum ve kendimi Hümanist Düşünce Derneğinin yeni dönem açılış seminerinde buluyorum. Dünya’nın en önemli ve belki de tek Sümerolog’u, yıllara meydan okuyan 92 yaşındaki çınar Muazzez İlmiye Çığ’ı karşımda görebilmek bile orada bulunmama fazlasıyla değiyor.
Kendisinin kısa özgeçmişini takdim ederlerken; tek tek bütün noktaların üzerinden geçiyor ve düzeltmeler yapıyor. Muazzez hanım 3 büyük savaş görmüş; I. Dünya harbi, Kurtuluş Savaşımız ve II. Dünya Savaşı. Kolay değil ülkesini seven bir insanın bu acıları ve sevinçleri unutması…
Karşıyaka’dan Konak’a gitmek üzere durakta otobüs bekliyordum. Normalde vapuru tercih ederim. Vapur sefasını hiçbir şeye değişmem. Ancak gitmek istediğim yere yakınlık açısından otobüs güzergahı daha çok işime geliyordu. Bekleme esnasında seksen yaşlarında bir ninenin bana doğru yürüdüğünü fark ettim. Bir elinde bastonu, pırıl pırıl görünen kıyafeti, bembeyaz, kıvırcık saçları, o saçların tamamını kapatmayan örgü beyaz bir beresi ve yuvarlak gözlükleriyle o kadar şirin görünüyordu ki.
Uyandım uyanmasına da, yanı başıma çiğ düşmüş. Sırtımda anlam veremediğim bir üşüme. Üstüme dünden kalan bir koku sinmiş, midem de ise içmiş olduğum şarabın mayamsı çalkantısı cebelleşip durmakta. Bu hafta bana dediler ki; görünen köy kılavuz istemezmiş. Doğrudur belki, o an durdum. Tekrar anladım ki, ben var olan köyü değil de görmek istediğim köyü yaşamışım çoğunlukla.