[Editörün Notu: Yazının ilk bölümü olan Yitik Akşam Notları ‘1 isimli paylaşımı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.]
İzmir de bulutlu bir cuma sabahı. Yosun kokusunun vuku bulduğu bir zamanda, sahilde, yayaya yasak olan bisiklet yolunda, kulağımda Mozart’ın Requem’i, estetik bir haz alırcasına ruhumu okşayan el kol hareketleriyle yürüyorum. İnsanların deli mi ne sorusuyla harmanlanmış bakışlarına aldırmaksızın, müziğin ruhumu okşamasına izin veriyorum. Yanımdan geçen bir kadın köpeğinin hakimiyetini bana bakarken yitirmesine rağmen son anda tasmaya hakim olmayı başardı. Detaylı bakamadığım yüzü bir yerden tanıdık gelmişti. Müziğin doruğa ulaştığı koro bölümünde kollarımın hakimiyetini iyice kaybetmiştim. Henüz yeni aydınlığa kavuşmuş yeryüzüne bir selamlama faslının müzikle birleşmesi muazzamdı. Yine bakıyorlar. Acımadan, hiç düşünmeden, içimdeki coşkuyu anlamadan varoluşumu tanımlayışımı önyargılı gözlerle izliyorlar ve çoğunun aklında ‘Deli mi ne?’ sorusu var.
Bugün kendimi bulduğum, mis gibi kokan bir bahar günü. Tahmin ediyorum ki devamı da böyle olacak…
Yine aynı şeyler, hep başkalarına olur olmaz yerde sinirleniyor diye kızarken, ben de canımın sıkıldığı bir şey olduğunca en yakınımdaki insanlara bağırıp çağırmaya başlıyorum. Kendimce haklıyım tabii. Sinirlilik bizim özümüzde var. Soyumuzdan gelenler sinirli insanlar olmasa biz sinirli olur muyduk hiç!