Ey Adem oğlu! Sakın ha, biçare bakma hayata
Nasıl da çarpar kalbin, cihana volkanlar gibi
Bir ateş çemberi sanki dolanır ruhuna elbet
Nasıl kanar ki, artık vicdanlar toprağa
Vatandır bu, yer gök iner mi ki teke?
Atandır Adem, (a.s) yoktur ezelden öte gayrı
Depremler yıksa da dünyana ayrı
Diner mi ki artık, acılar son ana?
“Görüyorum hepiniz gardıroba koşmaya hazırlanıyorsunuz. Birazdan tiyatro bomboş kalacak. Ama tiyatro işte o zaman yaşamaya başlar. Çünkü Satenik’in bir şarkısı şu perdelere takılı kalmıştır. Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir. Hıranuş’la Virginia’nın bir diyaloğu eski kostümlerden birinin yırtığına sığınmıştır. İşte bu hatıralar o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde sahneye dökülürler. Artık kendimiz yokuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz fısıldaşır dururlar sabaha kadar. Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır… Perde!”
Esaretin iliğinde kısır kalmış o mavi damarlarda