Kapı açıldı ve içeriye otuz yaşlarında, genç bir hanım girdi. Görünümünde bir taşralı havası vardı. Elimle muayene koltuğunu işaret ederek “Buyurun oturun” dedim. Sonra devam ettim:
– Burnunuz tıkalı.
Genç hasta yüzüme hayretle baktı. Ben yine devam ettim:
– Ayrıca ağzı açık uyuyorsunuz, üstelik horluyorsunuz.
Tıp fakültesini bitirdikten sonra hemen askere gitmiş, askerlik dönüşü bir süre pratisyen olarak çalıştıktan sonra ihtisas yapmaya karar vermiştim. Fakat o sıralar şimdiki gibi “Tıpta Uzmanlık Sınavı” gibi ortak bir uzmanlığa giriş sınavı yoktu. Uzman olmak isteyen doktorlar bakanlığın açtığı bir sınava giriyorlardı. Bu çok saçma ve adaletsiz bir sınavdı. O kadar ki 100 üzerinden 100 alan bir genç doktor sınavı kaybedebiliyordu. Çünkü daha önce doğuda çalışan doktorlara ay başına bir puan avantaj tanınıyordu. Söz gelimi doğuda üç yıl çalışmış biri o sınava cebinde 36 puanla giriyor, sınavdan 65 bile alsa, toplamda 101 puana ulaşarak, 100 puan alanın önüne geçiyordu. Siz ağzınızla kuş tutsanız sınavı kazanamıyordunuz.
Yardımcım kapımı tıklattı: