Çağımız insanları, kendi geçmişinde yaşanan olayları görmezden gelmektedir. Bu durum her ne kadar da medyanın baskısı ile de olsa, gençlerimizin magazin ağırlıklı popüler medyaya ve internete olan tutkusu, tarihin aksamasını ve kümülatif olarak ilerlemesini engelliyor.
Neyse, sıkıcı bir yazı olmasın. Şimdi biraz tarihimize inelim ve 17.yy’da Osmanlı İmparatorluğunda yaşamış, hiciv ustası Nefi’nin yaşadıklarına bir göz atalım.
Asıl adı Ömer olan bu zat, 1572 yılında Erzurum Hasankale’de doğmuştur. Küçüklüğünden itibaren iyi bir öğretim gören Ömer, ilk eğitimini Hasankale’de görmüş, daha sonra Erzurum’a gelerek, burada Türk Edebiyatı’nın önemli eserlerini birer birer okuyarak bilgisine bilgi katmıştır. Erzurum’da öğrenimini sürdürürken şiir yazmaya başlayan Ömer, dönemin Erzurum Defterdarı olan Gelibolulu Müverrih Ali’nin dikkatini çekmiş, defterdar şiirlerini beğenmiş ve genç Ömer’e Nef’i (Nafi, yararlı) ismini vermiştir. Zat-ı muhtereme mahlasını da verdiğimize göre, artık ondan Ömer diye bahsetmek garip olur. Nef’i, Padişah I. Ahmet zamanında İstanbul’a gelmiş, devlet hizmetine girmiş ve çeşitli kademelerde görev almıştır. II. Osman ve IV. Murat döneminde adını iyice duyurmuştur. Adını duyurduktan sonra saray ile sıkı ilişkiler kuran Nef’i, bu dönemden sonra hayatının sonunu getireceği hicviyeleri ile nefretin odak noktası olmuştur.
Nef’i, gerektiğinde ciddi gerektiğinde ise mizahi yönü ağır basan bir şairdi. Misal, idam edilmeden önce dönemin siyahî ırka mensup harem ağası şaire şöyle der:
‘Eğer padişahtan özür dilersen seni affeder.’ Nef’i kabul eder.
Harem ağası, padişaha ulaştırılacak metni yazmaya başladığı anda, mürekkep kâğıda dökülüverir. Kaderini önceden bilen Nef’i,
‘Efendimiz, mübarek teriniz damladı.’ diyerek, harem ağasını çileden çıkartır.
Ufak bir not, bu yazıyı yazarken daha sonra eleştirileceğimi çok iyi biliyorum. Edebi bir dille eleştirilmeye açığım, mesela imla hataları ve yazının gidişatını eleştirebilirler. Buna bir itirazım yoktur. Fakat, yaşadığımız ülkede, kendini geliştirememiş günlük, pragmatik bilgilerle, hafızalarında yer eden milliyetçi serzenişleriyle klavye üzerinden anlık kahramanlık yapan şahsiyetler var. Mesela birisi şöyle diyebilir. ‘Aha. Valla ecdadımıza laf etti. Sen kimsin de IV. Murat’ı yeriyorsun. Bre zındık.’ Şaşıp kalmam, güler geçerim. Mesela, Van depreminden sonra, muhafazakâr kesim çıkıp, ‘Bu felaket Allah tarafından gönderildi. Sebebi ise, üniversitede ki kız öğrencilerin, mini etek giyerek fuhuş yapmasıdır.’ Şaşırmadım, gülüp geçtim ama ölenler içinde çok üzüldüm tabi ki. Yahu Allah aşkına, Allah’a inanan kişi, zaten felaketin Allah tarafından gönderileceğini bilir kanımca. Mini etek giymenin deprem yaratma ihtimali varsa Avrupa’nın veya ABD’nin halini düşünemiyorum. Her gün sallanırlardı maazallah. Bu arada, bu not ufak olmamış.
Neyse, yazıyı Nef’i nin ölümüne bağlamak için, onun ölümüne sebebiyet veren şahsiyeti de az biraz anlatmam gerekiyor. Bu zat, Konstantinopolis şehrinin bir semtine adını vermiştir. Hay Allah, İstanbul’a Konstantinopolis dedim. Belki anlamazlar.
Bayram Paşa…
Bayram Paşa’nın ailesinin menşei, Amasya’nın Lâdik kasabası olarak geçiyor. Doğum tarihi de tam olarak bilinmiyor. Henüz yeniçeri ağası iken I. Ahmet’in kızlarından Hanzade Sultan ile evlenmiş. Zaten tarihçilerimiz, henüz sadrazamlık mertebesine erişmemiş bir zatın saraydan bir sultanla evlendirilmesini ‘istisnai bir vaka’ olarak değerlendirmişlerdir. Ha bu arada Hanzade Sultan ile evlendiğinde Devlet-i Osmaniye’nin başında Genç Osman var. Zaten Genç Osman’da saray dışından evlilik yapan ilk padişahtır. Eee Allah vergisi, Bayrampaşa emsalsiz bir erkek güzelliğine sahipmiş. Bu da Hanzade Sultan’ın emsalsiz erkeğin endamına vurulduğunun bir göstergesi de olabilir. Genç Osman, rahat etsinler diye Bayram Paşa’ya bir saray tahsis etmiş. Ebedi yuvalarında mutlu olmaya çalışan çiftimizin saadeti vasıtası ile Bayram Paşa sırasıyla Mısır Valisi, Divan-ı Hümayun üyesi, Rumeli Beylerbeyi ve IV. Murat zamanında ise Sadrazam olmuştur. İşte bütün hikâye de burada başlamaktadır.
O dönemde, yazılan şiirler topluluk önünde okunurdu. Yani sarayın bir yerinde, bazen padişahın da katılımıyla okunan şiirler, padişahtan övgü alma mertebesine erişirdi. Özellikle o dönemde adından sıkça söz edilen Nef’i ‘Siham-ı Kaza (Kaza Okları)’ adlı eserinde bütün hicivlerini toplamıştı. Şair Nef’i olunca, onun şiirlerine hayran olan IV. Murat’ın da törene katılmaması, babası olarak gördüğü Nef’i ye hakaret olurdu. Ama gelgelelim Padişahımız Murat Han Hazretleri, kitabı eline aldığı anda, talihsiz kader tarafından yollanan yıldırım, IV. Murat’ın, başka bir odada bulunan beşiğinin tam ortasına düşer. Hafiften batıl inanç sahibi olan IV. Murat ise bu durum karşısında, Nef’i’ye bir daha hiciv yazmamasını emreder. Nef’i padişahına olan saygısından, emir demirden üstündür felsefesiyle, padişaha bir daha hiciv yazmayacağına dair yemin eder.
Aslında Bayram Paşa’yı tarihçiler överler, hatta Mısır Valiliği yaptığı üç buçuk yılın ardından halk ona, iş bilir, haktandır ve adil devlet adamıdır diyebilmiştir. Bayram Paşa Divan-ı Hümayun üyesi olup, dönemin hırslı sadrazamlarından Hüsrev Paşa’yı kendine rakip olarak görünce, onun hışmına uğramış. Hüsrev Paşa o dönemde yaşanan yolsuzluklar, fitneler vb. durumlarla Bayram Paşa’yı suçlamıştır. Kaynaklar böyle bahsediyor. Kaynaklarımızın övündüğü durum daha çok politik olaylar olduğuna göre, Türk Edebiyatı’na damga vurmuş bir şairin haklı olduğunu düşünmeden edemiyorum. Gelgelelim ‘Vezin tutsun babamı bile hicvederim.’ diyen şairimizin haklı olduğu kanısına varıyorum.
Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk romanından alıntıdır: sayfa 272
Efendim, biraz asabi olmakla beraber iyi kalpli bir şair olduğunu itiraf etmeliyim. Sınıf atlamış bir taşralı gururu taşıyordu. En iyi yaptığı üç şey vardı: Övmek, övünmek ve sövmek.
Övmek, övünmek ve sövmek!
Eşrafa uygun bir vezin bulup da kendimi hicvetmezsem namerdim. NEF’İ…
Nef’i tövbesinden döner, Bayram Paşa’yı küfürlü bir dille hicveder.
IV. Murat Nef’i’yi huzuruna çağırır. Nef’i gelir, padişah sorar.
‘Söyle bakalım Nef’i Efendi, Bayram Paşa’yı hicvettin mi?’
‘Evet! Ettim sultanım.’
‘Hicvetmeye tövbe eden bir adam tövbesini bozacak kadar sapkın, emrime uymayacak kadar itaatsiz, suçlu olduğunu söyleyebilecek kadar dürüst olabilir mi?’
Nef’i durur mu? verir cevabı Padişaha.
‘Sorun bakalım Bayram Paşa’ya yaptığı yolsuzlukları anlatabilecek kadar dürüst mü?’
Nef’i, ölmesin diye defalarca hicvetmesini yasaklayan IV. Murat, maalesef şairin ölümüne göz yummak zorunda kalmıştır. Kanun açıktır, padişahın verdiği emir hükümdür. Sarayın kömürlüğünde, yağlı kayışla boğularak idam edilmiştir. Üstelik cansız bedeni İslami kurallara aykırı olarak, Haliç’in derin sularına, balıklara yem olsun diye atılmıştır.
O dönemin hiciv konusunda, günümüz tabiriyle dünya yıldızı olabilecek bir mertebeye erişmiş bir zatın, dörtte üçü su olan bu gezegende, dörtte birlik toprak kısmında yer bulamaması, içimi sızlatmaktadır. Mezarına gidip, ‘vay be! neler yazmışsın üstat.’ diyebileceğimiz bir kabri bile yok.
Türk Edebiyatı’na mal olmuş bir ustayı idam ettirmek, daha fazla eser vermesini engellemek hem tarihimize hem de Türk Edebiyatına yapılan haksızlığın bir örneğidir.
Mahlas: Türk Halk Edebiyatı’nda, şairlerin asıl adlarının yerine kullandıkları takma isim.
Kümülatif: Bir araya gelen, birbirine eklenen anlamlarına gelmektedir.
Pragmatik: Faydalı, yararlı.
Divan-ı Hümayun: Osmanlı Devleti meclisi.
Rumeli Beylerbeyliği: Osmanlı Devleti’nde sadrazamdan sonra gelen makamdır. Anadolu ve Rumeli Beylerbeyliği olarak ikiye ayrılır. Protokol bakımından Rumeli Beylerbeyliği üstündür.
Vezin: Edebiyat’ta ölçü demektir.
Eşraf: Şerefliler, ileri gelenler, sözü geçenler.
Menşei: Soyu.