Çalıyorum kapınızı
Teyze amca bir imza ver!
Çocuklar öldürülmesin,
Şeker de yiyebilsinler.
Nazım Hikmet Ran
‘Yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Diğer günahlar, hırsızlığın bir çeşitlemesidir… Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun; karısının elinden kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun.’ Bu sözleri okuduğumda savaşı yaşamış bir çocuğun neler üretebileceğini anlamıştım. Uçurtma Avcısı adlı kitap bana bir çok şeyi bir arada anlatan bir kitaptı. Gerçeğin tarlasında bizi biçen, yok eden, hayatımızın baharında öldüren çiftçilere karşı, tek başımıza ne kadar savunmasız olduğumuzu anlamıştım.
Yazıma önce Nazım Hikmet’in bir şiirin son kıtasıyla giriş yaptım. Daha sonra Halit Hüseyni’nin Uçurtma Avcısı kitabından bir alıntıyla devam ettim. Bilmiyorum! Belki sizlerde de bir şeyler uyandırır.
Korkuyorum. Hayatımda ilk kez geleceğin gelmeyeceği endişesi bütün düşüncelerimi sardı. Çocuklar ölüyordu, hunharca katlediliyorlardı ve elimizden hiç bir şey gelmiyordu. Asker namluyu çocuğa doğrultuyor, ateşliyor, kurşun gidiyor, çocuk bakıyor ve umut ölüyor. Bunların hepsi saniyeler içerisinde gerçekleşiyor. Namluyu doğrultan askerle empati kurmaya çalışıyorum. Tetiğe basıyor ve bir şey hissetmiyor. Kurşunu yiyen çocukla empati kurmaya çalışıyorum. Kurşun bana doğru geliyor. Korkuyorum. Bir anlık korku, sonra geçiyor. Peki ya gözlerimdeki umut! O da ölüyor. En kötüsü de bu! Umudun ölmesi.
Birinci Körfez Savaşı’nda Amerikan askerleri o kadar çok insan öldürdüler ki, bir yerden sonra beyinleri bunu bir alışkanlığa dönüştürdü. Bir dönem Amerika’da Sniper’lar insanlara kan ağlatmışlardı. Irak’ta yaptıkları kıyım yetmezmiş gibi, evlerine döndüklerinde kendi insanlarına karşı yaptıkları bu istemsiz ama bir o kadar gaddarca olan eylem, insan psikolojisinin alışkanlık haline getirdiği kötü davranışların ne denli ciddi boyutlara ulaşacağının bir göstergesiydi. Onlar çocuk öldürdüler, onlar baba öldürdüler, onlar anne öldürdüler, en kötüsü de onlar umut öldürdüler.
Orta Çağ tarihine hakim olan din savaşları ve Küreselleşen dünyaya yayılan Dünya Savaşlarından hiç mi ders almadık? Vietnam’da çocuklar öldürüldü, Kore’de çocuklar öldürüldü, Arjantin’de, Irak’ta, Afganistan’da, Mısır’da, Libya’da, Sudan’da, Türkiye’de çocuklar öldürüldü.
Mısır’da katliam var diye Rabia işareti üretildi. Mısır’a üzülüyoruz lakin ondan önce Rojava’da çocuklar öldürüldü. Kendimi yırttım, sesiniz çıkmadı. Kalbim sızladı. Daha nerelerde öldürülecek bu çocuklar. Yapmayın efendiler! Birine üzülürken birini unutmayın. Medyaya kanmayın. Fikirlerinizi çocukların üzerinden çekin.
İlerde bir sosyolog bana bugünler hakkında ‘O çocukları ne öldürdü?’ diye sorarsa, ‘Büyüklerin Fikirleri.’ diye cevap veririm.
Çocuk ölümlerine de susuyorsanız, onları da bir ideolojiye mensup görüyorsanız, içinizde bir yerlerde körelttiğiniz kalbinize bakın, doğru yolu bulacaktır. Fikirlerinizin, ideolojilerinizin ırkçılığa dönüşmesine izin vermeyin.
Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler abiler! Onların fikirleri yok, görüşleri yok, beyazı siyahı yok! Onların umutları var, gülüşleri var, oyuncakları var!