Yavaşça oturdum kuru bir sandalyeye. Poşetin içindekileri çıkardı. Üst üste koydu. Hareket ettikçe toz kaplanıyordu her yer. Öksürmeye başladım, bir bardak su uzattı. “Evrim teorisine inanır mısın?” dedi. Neden sorduğunu anlamasam da “Hayır, inanmıyorum” dedim. Sustu. Ben de sustum. Yaşlı elleri titremeye başladı. Doğruldu; “Yarın akşam yine aynı saatte almaya gelir misin?” diye sordu. Beklettiği için kızmıştım ama yine de yumuşak bir “Olur” sözü çıkmıştı ağzımdan.
Kapıdan çıkarken; “Nihat…” dedi. “Efendim?” dedim “Ben Nihat Efendi…”, “Ben de Kemal”, birbirimize gülümsemiştik. O gece çok derin uyumuştum diğer geceler gibi. Ertesi akşam tekrar uğradım yanına. Bu kez “İyi akşamlar Nihat Efendi” dedim. “Hoş geldin Kemal. Gel otur şöyle.” dedi.
“Bizim eşyalar hazır mı?” dedim, “Hazırlarım şimdi. Çay içer misin? Bergamotlu hem de.” İçerim dedim. İki çay getirdi. Konuşmaya başladık. Sonra kalkıp çaydanlığı getirdi. Bitene kadar içtik çayı. O gün de elim boş eve döndüm. Biraz zor da olsa uykuya daldım yine.
Ertesi akşam yine Nihat Efendi’de aldım soluğumu. Bu kez, yıllardır biriktirdiği gazete kupürleri, resimler, ikinci yeninin şiirleri, hüzünlü bir aşk hikayesi, bir de nostaljik şarkılar bitirdi tüm bergamotlu çayın demini. Yine elim boş dönüyordum eve. Ellerimin boş olması işime yarıyordu, lakin bir türlü taşıyamıyordum bedenimi. Bunca yıl önemsemeden önünden geçtiğim küçük bir dükkân, akşam olması için can attığım bir mabede dönüşüyordu. Her gidişimin saati daha çok uzuyor, demliğin boyutu daha da büyüyordu.
Nihat Efendi felsefe mezunu, tahsilli bir terziydi. Çatık kaşları huysuzluğunu simgelerdi. Aslında simgelediği şey çok farklıydı. Bir akşam yine koşarak gittim dükkânına. Elimde üç paket bergamotlu çay… Fakat o yoktu. Cenazesi, kendisi gibi sessizce geçti. Üç paket bergamotlu çayı evime götürdüm. Kimse anlam verememişti bu ölümün, neden beni bu kadar sarstığına.
Ertesi gün kapıma koliler geldi. Nihat Efendi tüm kitaplarını bana bırakmıştı. Bir de mektup tutuşturdular elime. “Evrime inanmıyorsun ama benim tozlu dükkânda artık öksürmüyorsun Kemal!” diyordu sadece.