Benim en güzel hikayemdir çocukluğum. Umarsızca sokakta saklambaç oynadığım, kaygıların, sorumlulukların olmadığı, tümüyle gerçek ve karşılıksız dostluklarla yüklü, bir sakıza tav olan ben. Anlar, zamanla yaşadığımız parçalar ve hayatsa bunların kitaba çevrildiği başarılı bir yapıttır bana göre. İçindekiler sayfası en son yazılan ve düzeltme, tekrar okuma şansımız olmayan kişiye özel ve herkesin sahip olduğu bir yapıt ki asla din, dil, ırk, iyi, kötü, çirkin ayrımı olmayan tek şeydir bana göre hayat.
Tek olduğu için de özeldir aslında. Hata kabul etmez, ileri-geri-durdur ya da başlat tuşu yoktur. Tam bir macera içerir, bu yüzden yarın ne olacağımız bile belli değildir. Yine bu yüzden sevmem belki de söz vermeyi; tutmak istemediğimden değildir aslında ya tutamazsam düşüncesiyle gereksiz bulurum. Eğer verilen sözler tutulabilseydi ölüm bile olmazdı, çünkü sevdiğimiz kimse bizi burada bırakıp gitmezdi. Çünkü tek ayrılıktır ölüm benim için, diğerleri bir güzel söze, bir özre, bir kere de olsa gururu yenişe yenilecek ayrılıklardır.
Bu akşam uzun bir yürüyüş yapıp düşünmek istedim. Sokaklar arasında dolanırken burnuma gelen bir koku beni çocukluğuma götürdü. Aklıma 6 ay önce doğum günümde kaybettiğim halam geldi. Bu koku uzun zamandır yürüyüşe çıkmadığım için duymadığım hatta unuttuğum bir kokuydu, yasemen kokusu. Halam bize yakın otururdu, yazları ailecek birer külah dondurma alır yürüyerek halama giderdik. O yol boyunca duyardım bu kokuyu. Birkaç tane koparır halama da götürürdüm. Hatta bir taneyi de kesin kulağımın arkasına takardım. :) Balkonda oturur karpuz yerdik, hep eskilerden konuşulurdu. Halamın balkon masasındaki fesleğenin canına okurdum, bazen de kuzenlerle oturur ‘süper baba’ dizisini izlerdik. Bunlar o kokuyla gözümün önünden film şeridi gibi geçti saniyeler içinde, biran gülümsetse de beni buruktu bu gülümseme artık halama giderken koparamayacağım yasemenleri, fesleğenini mahvedemeyeceğim, onun mükemmel kol böreğinden yiyemeyeceğim bayramları ya da, ya da ya da işte…
Artık evlendiği için, ayrı şehirlerde olduğu için, çalıştığı için çoğu kuzenimle bile görüşemiyorum. Sanırım üzerinden inmediğim patenlerimi deli gibi özledim, biraz daha gaza gelsem topumu kapıp sokaktaki çocuklarla oyun oynamaya ineceğim. Bütün eski çocukluk arkadaşlarımı toplayıp yine eski buluşma yerimizde, basket sahasında toplayacağım hepsini, en azından kalanları… Ve bir geri tuşu olsa da en yaşlı arkadaşım, ressam Mustafa amcamı geri getirsem, oturup sanat üzerine yine delilerce konuşsak. O sarma sigaralarını sararken bana bir kitap uzatsa ve bunu kesinlikle okumalısın dese. Kuzenim Gaye hala üst katımızda olsa, balkonlara çıkıp bütün şehri balonlara boğalım desek ve nefesimiz bitene kadar yapsak yine o köpük balonlardan ve sonra seyretsek en yükseğe hangisi çıkacak diye. Arka bahçedeki duvara oturup güneş batana kadar orada hayal kursak, ki birçoğunu hayalden çıkarıp gerçeğe çevirmiş olsak da eksik bir şeyler, o zaman hayalken ki mutluluğu vermiyor.
Büyümek bu sanırım; sevdiklerinin ölümüne tanıklık etmek, büyüdükçe çoğu çocukluk arkadaşını kaybetmek, akrabalarınla bile iş ya da okul sebebiyle görüşememek, başka şehirlere ülkelere dağılmak, düne kadar elimizde buzylerle top oynarken şimdi kapımızın önünde top oynayan çocuklara gürültü yaptıkları için kızmak. Çocukken küslükler en fazla birkaç saat sürerken belki çok sevdiklerimizi saçma sapan yere, nedensiz kaybetmek. Çoğu insan maalesef ki kaybettikten sonra biliyor bazı şeylerin kıymetini.
Gerçi tam da bu noktada ‘kader gerçekten var mıdır?’ sorusu çıkıyor karşıma. Benjamin Button’ın tuhaf hikayesinde anlatıldığı gibi ‘eğer 2 dk sonra çıksaydı o araba ona çarpmayacaktı ya da eğer o akşam arkadaşlarıyla dışarı çıkmak yerine eve gitmeyi tercih etseydi o araba yine ona çarpmayacaktı çünkü o saatte orada olmayacaktı ama o o saatte ve orada olmayı seçti’ gibi bir bölümü vardır, tam replikleri hatırlamasam da bu tarz bir şeylerden bahseder, yani kader seçimimizdir. Ancak kader başkasının kaderinde bizi etkisiz eleman kılar. Bir insanı hayatınızda çok isteseniz bile o sizden vazgeçtiği an bu onun kaderi ve seçimidir, siz ancak kendi kaderinizin yolları arasında tercih şansına sahipsiniz. Kısaca başkasının kaderinin başladığı yerde sizin kaderiniz biter. Bu noktadaki ayrılık da aslına bakarsanız karşınızdakinin sizi ya da sizin karşınızdakini öldürmenizden farklı bir şey değildir.
Hayat bizi yaşadıkça güçlendiriyor mu? Yoksa sadece tecrübe katıyor ama hala yıpratıyor mu? Çünkü biz çoğu şeyi yaşayıp sonuçlarının ne kadar olumsuz olduğunu görsek de tekrar başlayabiliyoruz. Beni öldürmeyen şey beni güçlendirir diyen Friedrich Nietzsche aslında yanılıyor da biz mi balık gibi bir hafızaya sahibiz tekrar aynı hataları yapıyoruz? Hem de aslında güçlenmeden baştan baştan tüketerek keşkelerle yüklü bir hayata daha da keşke katılıyor ve avunmak için mi ben hatalarımdan keşkelerimden memnunum diyoruz? Aslında bu kendimizi kandırmak mı? Bu konuda Murathan Mungan’ın bir sözü çok hoşuma gidiyor; “Hatırlamak için bir hafızamız varken, unutmak için elimizde hiçbir şeyin olmaması; hayatın bize attığı en büyük kazıktır.”
Hayat bize çok uzun gelen aslında kısa metrajlı olan bir dizi gibi bazen güzel bazen hüzünlü bazen saçma sapan oyuncuların dahil olup yuh bu nereden çıktı şimdi dediğimiz. Onu güzelleştirmek için en güzel anınızı düşünün ve ondan uzaklaşmamaya çalışın, kısacası çocuk kalın çünkü uzaklaştığınızı anlamanızı sağlayan bir koku, bir tat, bir sokak size dönemediğiniz ve uzaklaştığınız anılara götürdüğünde mutlu değil buruk bir gülümseme beliriyor yüzünüzde. Sevdiklerinizi şuan sevin, onları şuan görün, onları şuan özleyin, onları güzel hatırlayın.