‘Acılar Denizi’nde boğulsa da yaşamaya çalışan ümitli bir gemidir o… ‘Kör kuyularda merdivensiz’, denizler ortasında yelkensiz bırakılan… Zamanın bittiği yerden zaman getirme ‘adak’larında bulunan bir sevgili… Günün 24 saatini birini düşünmek için harcayan en ‘ağır işçi’… Geleceğinden bile özür dileyen, bir yandan da ‘deniz o deniz değil, dağlar o dağlar değil’ diyecek kadar aldatılmış… ‘Aşk başlamadan güzel’ diyecek kadar heyecanlı… ‘Aralarındaki birbirinden uzak iki noktayı bir çizgiyle birleştiren’ ince hesap insanı… Tanrıdan penceresinin her sevgiye açık olmasından başka bir şey istemeyen bir aşk şairi… Denizler ortasında bekleyen batık bir gemi’dir… Kapılara, pencerelere koşan bir ‘bekleyen’… Şarkılarda bile dillendirilmiş, saat 12’yi vurduğu zaman ‘beni unutma’ diye bir yakaran. ‘Korkusu ölümden değil’ sevdiğini yalnız bırakmaktan olan… Bu kadar yürekten çağırmalara karşı koyamayıp ‘bir gece ansızın gelebilen’… Bazen de ‘bir çıkmaz sokakta’ isyankar olabilen… Yaprak, köpük, kuş tüyü ve ‘denize kavuşan nehir’dir kimi zaman…
Sezen Aksu’ya ‘değer mi hiç’ diye sorduran… Milyon kere Ayten diye feryat eden…
“Ben bu dağları aşarım / Geçerim bu denizleri, korkma”…
Hem aşkı bu kadar derinden yaşayan, hem de ölüme bu kadar bilinçli koşan bir hüzünbaz olsa olsa şair, adı da intihar teşebbüslerine tezat, Ümit Yaşar Oğuzcan olurdu. Haziran’da ölmenin zor olduğunu Nazım’dan biliyor olacak ki, bu işi kasım ayına uygun görmüştür. Kasım’da aşk başka değilse de tarafımdan, aşkın, hüznün, ayrılığın ve ölümün şairini anmadan olmazdı.
“Ve bu dünyaya aşk dolu şiirlerim kalsın
Seninle her yerde güzel, her zaman yeni
İstemem, sensiz hatırlamasınlar beni.”
dese de, Dağ Rüzgarı kisvesine bürünmüş bir ben bıraktı kalbime sızdığı boşluktan…