Her zaman başlanılması gereken bir nokta vardır. Hepimiz merak ederiz, ne kadar ilerlediğimizi görmek için uğraşır dururuz. Hangi şartlarda ya da hangi yöntemlerle ilerlediğimizin bir önemi olmadığı söylendi bize. Her zaman ileriye doğru gitmeliydik. Hatta yerimizde saymamız bile olumsuz bir durummuş gibi gösterildi. “Eğer yerinizde sayıyorsanız, geriye doğru gidiyorsunuz demektir.” Keşke… Keşke bir miktar da olsa geriye doğru gidebilme şanslarımız olsaydı. Evet bu bir paradoks. En ufacık bir değişiklik mevcut tüm düzenin yok olmasına sebep olabilir.
Doğru, haklısınız. Yüzyıllar boyu süregelen bu öğütler, bize aktarılanlar, sözde edinilen tecrübeler, hepsi o anın içindeki acıdan kurtulmak için değil mi? Bize hep mutluluğun düşleri kurdurulmadı mı? Acını unut, yaranı kapa. Hatanı boş ver, herkes hata yapar. Düşersen kalkarsın… Dibe batmanın en güzel yanı, gidilecek tek yön yukarısıdır. Hayır! Yalan. Hepsi yalan bunların, aldatmaca! İçimizi kemiren uğursuzlukların uydurduğu safsatalar birikintisi. Yüzyıllar geçti, hiç yüzleşmedik acılarımızla gerçekten. Yaralarımızı sarmak için neyin gerektiğini öğrenemedik bir türlü. Hatalarımızı yüzümüze çarpa çarpa edinmeliydik tecrübe dediğiniz olayı. Acımalıydı canımız, kaçmamalıydık acıdan. Bütün klişeler birer yalan. Yalanlar aldatmaca. Aldatmacalar karabasan ve karabasanlar tüm doğruların asıl yüzleri…
Size bir soru. Kırlangıçlar neden uçar? Buna verilebilecek bir sürü cevap var. Hatta birkaç yalanla bu seçenekler çoğaltılabilir bile. Ama hangisi gerçek? Kimin dediğine bakıp gönül vermeli? Bir şeyi aramak için neden bu kadar çok soru sormak gerekir ki? Nihai olan bizi bulur nasıl olsa. Bizi asıl yanıltan aradıklarımızdır durmadan. Yaşadığımız acılar gerçektir. Kalbimize çöken ağırlık, göğüs kafesimizi sıkıştıran nefestir asıl olan. Düşünceler zihne hücum ederken parmak uçların karıncalanır. İşte o an konuşmaktadır bedenin seninle. Boğazına çökenler hatırlatır tüm yaşanmış sahneleri sana. Göz bebeklerin şimdiki zamandan çok daha geriye gider. Bak der, bak neler yaptın! Bu sensin bak! Bil kendini, kabullen… Sonra bir anda bir şey olur. Aklına bir fikir düşer. Benliğin, devreye girer ve tam her şey sonuca bağlanacakken ahmakça bir düşünce eker zihnine. “Herkes hata yapar boş ver”… Ve göz bebeklerin sana ihanetin en büyüğünü yapar acını unutturmak için. Ellerin yeniden gülümser etrafa. Sırf sen o acını unut diye. Sanki bir tek sen mi vardın yeryüzünde sorunlarla boğuşan… Mitolojik bir sesle fısıldar “unut” diye.
Kaçmaya başlarsın sonra. Kaçmak? İnsan kendi ayaklarından kaçabilir mi? Kendimizi savurduğumuz o yollar, biz yürümedikçe eskir mi sanki?
Mühimdir başlangıçlar. Ama acısını bilip yaşayanların başlangıçları. Kendi ile yüzleşip o içindeki canavarı tanıyanların başlangıçları. Hakikattir asıl olan. İnsanın genzini yakıp, benliğini kavursa da tek mühim olan odur. Kişinin hakikati… Ruhun hakikati…