Defter kabı, Tabela, Şişe Domates: Ayten Abla
Aslında bütün hikaye o kurnaz kırtasiyecinin sattığı defter kabıyla başladı. Ayten ablanın oğlu her zamanki aymazlığıyla defter kaplama işini son güne bırakmış ve hocadan papara yememek için sabah okula giderken soluk soluğa mahallenin köşesindeki kırtasiyeye girmişti. Aslında burada kurnazlık kırtasiyecide değil; Ayten ablanın oğlundaydı. Hocadan dayak yemesin diye defter kabı almak falan bahaneydi. Haspam, 10 yaşındaki velet Mehmet, Şimşek McQueen kabıyla Suna’yı tavlayacaktı. Mehmet’in telaşını ve aşkını hızlı hızlı nefes alıp, yersiz sırıtmasında gören çakal kırtasiyeci defter kabını sağlam fiyata çocuğa kaktırıvermişti. Bilse, yapmazdı. Ayten ablanın defter kabını adamın başında paraladığı yetmezmiş gibi, parayı da çatır çatır geri almıştı. Adam doğduğuna pişman…
Peki Esentepe-Gültepe otobüs hattı yılların temizlik işçisi, ağrıdan yorgun düşmüş kadınları taşırken, Ayten abla kadar zafer kazanmış, dik duruşlu, cadaloz bir ruhu Kemeraltı’na hiç götürmüş müydü? Gözü dönmüştü bir kere. Onun oğlu kazıklanamazdı. O defter kabı ucuza kapatılacaktı. Kapatıldı da. Ama meselenin ilginçliği burada değil. Bu beklenen zaferdi zaten. İlginç olan kırtasiyeden çıkarken Ayten ablanın kafasına tabela düşüp de yere yığılmasıydı. Ne kadındı ya Ayten abla! Tepesi delinirken bile kafasını yukarı kaldırıp “hay sizin gibi çivisiz tabela asanın Allah belasını…” dedi, başladı civcivler dönmeye… Kolonyası, soğanı derken küllerinden doğdu Ayten abla. Zonklamanın verdiği manasız dirençle bağırıverdi: Neyin tabelasıydı ulan o kafama inen? Esnaf kadındaki kırıklığı sezmiş olacak ki, “Ablam, Allah kocana, çocuğuna acıdı” dualarıyla konuyu ötelemeye çalıştı. Mümkün değil. Tabela okundu: Konak Halk Eğitim Merkezi – 3 Aylık Ücretsiz Keman Kursları Başlıyor. Sanat, bilmeden kendine önce bir düşman edinmiş, sonra da bir dost kazanmıştı. Mazallah, evlere şenlik.
Fiziki yaralar Ayten abla için çabuk sarılırdı. Sağlık ocağının hızır pansumanı, iki Batticon, bir duayla kendine gelmişti bile. Ama oğlunun defter kabından adalet zaferi kazanıp sevincini yaşayamamak, fişini mahalledeki kırtasiyecinin gözüne sokamamak… İşte bunlar olmamıştı! Tabii, Allah var, Konak Halk Eğitim’in çayı da fena değildi. Ayten abla, bir kolunun altına paslı tabelayı sıkıştırmış, bir elinde çay, yine de bir eliyle adamlara çemkirmekten geri kalmıyordu. Bütün ara kapılar, koridor kapıları, mutfak kapısı, hepsi kapanmıştı Ayten ablanın yaldır yaldır sesi kursiyerlere gitmesin diye. Korku, insana her şeyi yaptırır derler. Hiç beklenesi değil ama Halk Eğitim Müdürü’nün yaratılıcılığını çalıştırmıştı. Ayten abla kendinden geçmiş söylenirken, adam birden “Ayten Hanım, geçmişler olsun, olmuş bir kere, tabelamız kafanıza düşmüş. Ama ne yazıyor orada? 3 aylık ücretsiz keman kursu. Haydi gelin, bu bahaneyle tanışmış olalım, siz de kursiyerimiz olun. Biz de size ekstradan Senfoni Orkestramız ile prova imkanı sunalım.” dedi ve sustu. Adeta teklifi boyunu aşmıştı. Millet yıllarca eğitim alıp orkestraya giremezken, bir konser provası için kapılarda sürünürken, adam Ayten ablaya kırmızı halı sermişti. İşin ilginç tarafı, Ayten abla konuşmanın içeriğinden bir şey anlamasa da adamın şaşaalı sunumunda sesinden kendine imtiyaz yapıldığı hissini alıvermişti. Sinsi sinsi sırıtıverdi ve “e, müdür beyciğim başıma gelenleri anlayacağınızdan emindim zaten” dedi.
O gün, Ayten ablanın hayatı gerçekten değişti. Kendini tanıdı, 3 aylık kursu bitirdi, orkestrayla prova yaptığı yetmezmiş gibi kadroya alındı. Hesap ortadaydı. Ayten ablanın açabileceği tazminat davası ihtimaline karşılık, sanat Ayten ablanın sus payı olmuştu. O günden sonra orkestra, tadını hiç bilmediği eser yorumlarının ve sıcak bir anne kavrayışının etkisi altına girdi. Ayten abla, orkestranın, sorgulanmayan tek gerçeği oldu sanki. O güne kadar ekipte çarpışan egolar, huzursuz provalar, şefi tavlama çabaları, sanki hiç olmamış gibiydi ve bir daha yaşanmadı da.
Ayten abla, yamuk duran gözlüğü, her daim yapılması gereken dip boyası, çıkmış beyazları, arkadan toplu yolpak saçları, katman katman göbeği ve canım kalçalarıyla orkestradaki yerini aldı. Kadınlar, daha önce hiç olmadıkları kadar rahattılar. Çünkü artık ne yapsalar güzellerdi. Ayten abla, onlara Kemeraltı’nın sırrını verdi. Bütün bir konser sezonunu iki takım elbiseyle geçirebilmenin kurnazlığını da… Biri ağır toplar içindi. Yurt dışından gelen şefler için mesela. Sıfır yaka, siyah, diz altına kadar uzanan dümdüz penye elbiseye viskon yedirildiği için tabii ki de uzaktan saten havası veriyordu. Kollarının ucunda bir karış, eteğinin altında da gözüne soka soka yerlere uzanan sakil dantelin Fransız dantelinden ne farkı vardı? Kemeraltı’nda nakit 25, kredi kartı 30’du. Ayten abla için vadesi uzasa bile, kredi kartında fiyatın artması olayı yersiz bir huzursuzluk ve kazıklanma hissi yaratırdı. Akıllı yatırım tabii ki de 25’e kapatılmıştı. Ve ayakkabılar, kalın, kısa topuklu, burnu küt kesim, rugan. Bunlar nakit 45, kredi kartı 55’ti. 55’i duyan Ayten abla irkildi ama satıcı kendine güveniyordu. Haklı! Üstünde bir de koskocaman altın sarısı dikdörtgen tokası var! Ayten abla, yurt dışından gelen elin adamlarına rezil olmayalım, memleketi düzgün temsil edelim diye utanma belasına gözünü kırpmadan bastı parayı. Ama satıcı 50’nin üstüne dandik 5 lira verince kızı benzetmekten geri kalmadı tabii.
Diğer takım, Türk orkestra şefleri için seçilmiş spor-klasik takımdı. Onlar “bizim çocuklar”dı. Ne giysek kaldırırdı. “Üstüme bir bluz alayım” dedi ve bluzu aslında gözünün çok tutmadığı bir satıcıdan anlamsız bir huzursuzlukla aldı. Bluzu denemeden almıştı. İşin sırrı düz, siyah, uzun eteği aldığı dükkanda üstüne denerken açığa çıktı. Bluz, siyah, derin V yakalıydı. Yakanın bittiği yerde üstü çizgili, gümüş rengi bir tokası vardı. Ayten abla nasıl anlayamamıştı? Bu bluzu tek başına giydiği zaman o koca memeleri ağzına giriyordu. Bunun içine bir atlet lazımdı. Onca parçayı ucuza getirip de, Kompedan’dan dantelli siyah atleti 15’e alınca biraz bozuldu. Kredi kartlarıyla alsaydı vereceği tüm fazladan 5 liraları kazandığını sanırken, birden onları kaybetmiş gibi oldu. Ama satıcı kızın “Abla, olur mu hiç, bunun danteli çok kalite, on sene giy, kızına ver, hem her şeyin içine olur” açıklaması yüreğine bir miktar su serpti. Yalnız, hal böyle olunca bu takım için ayakkabıya bir daha para vermedi, evdeki eski derilerle idare etti.
Ayten ablanın kadınların giyimindeki gizli baskınlığı bir yana, bir dolu adamın olduğu orkestrada, orkestranın bile farkında olmadığı tuhaf bir otoritesi vardı. Tabii bunda, orkestranın kaypaklığının payı da yok değildi. Kışın ortasında, Avusturya hükümeti “Viyana’da konser verir misiniz?” diye çağrıda bulunsa, orkestradaki haspalar havaya girer, tavlanacak erkek şeflerin, kadın kemancıların çetelesi tutulur, esrarı, hapı, viskisi hayallere dalınırdı. Olaydan ne vakit Ayten ablanın haberi olsa, “a, çocuklar ya, Viyana’da konser mi? Ay iyi olurdu, benim oğlana forma alırdım ucuza ama çocuklar ben bu hafta sonu evde şişe domates yapıp, hepinize birer şişe vermeyi planlıyordum. Ne yapsak ki?” diye sorduğu zaman, orkestradan hızlıca “ya beyler, Viyana soğuktur şimdi, orada da çok para harcarız. Ayten ablanın domatesten olmasak mı? Ne güzel evde ekmeğe sürer yeriz. Hem Türk kızları gibisi var mı yaa?” şeklinde kaypak sesler yükselirdi.
Ayten ablanın sanata değil de, sanatın Ayten ablaya uyduğu tek örnek bu da değildi. Eserin en can alıcı yerinde Ayten abla fa yerine mi bassa, orkestra mutlaka “beyler, Ayten abla bastıysa ya yorumu öyle münasip görmüştür ya da kadın bize şişe domates yapmaktan yorgun düştü, eli kaydı. Bunun için Ayten ablaya kızacak değiliz. Mazallah, domates vermez falan, bindiğimiz dalı kesmeyelim” şeklinde yorumlar, durumu iç ederdi.
Ah ah işte böyleydi Ayten abla. Ayten ablanın hiç bahsi geçmeyen kocası da tabii ki de her cuma kahveden sonra protokolde en ön sırada programı izler. Oğlu Mehmet ise, Suna ile nişan olacak. Ayten ablayı onun telaşı sarmış vaziyette. Biraz da gergin! Kız şişe domates için yardıma gelmemiş, Ayten ablanın tereddütleri var. Bu duyguları da ister istemez sanatına yansıyor haliyle.
Peki ben seni gecenin bu vakti niye yazdım Ayten abla? İnsana olan sevgimle nefretim arasındaki arafsın, cansın Ayten abla, seni seviyorum…
Fulya Aydın