Düşündürdü yine beni sözlerim.
Düşündüm, düşündükçe; bir çok şeyden eksildiğimi farkedip, sen gidince sayende eksik kalan yönlerimi tamamladım. Senden sonra hayatıma tad, tuz geldi. Halbuki hayatıma giren ve lezzet katan en mükemmel tatsın sanırdım. Yanıldım. Yanılmışım! Normalde insanlar sevdiğinden ayrıldıktan sonra ağlayıp sızlar debelenirler, acaba ben mi anormalim de; bana ters etki yapıp, daha da yaşanılır kılıyorum yaşamımı… En keyiflicesine! Pelince, kendimce, delicesine yaşıyorum, var mı ötesi? Herkesin ilişkilere ve bitişlerine bir bakış açısı vardır, ben bu pencereden hayata bakıyorum. Yanlış mı düşünüyorum? Seyir halinde, seyr-ü sefadayım. Nasıl bi mahlukatım ben ya, bi de güzin ablalık yapıyorum kızlara…
Sözüm ona; birlikteyken, hayatımızın sıradanlaştıdığını gördüm, gün geçtikçe aynı duruma müptela olduk, şikayetçi de olmadık bu durumdan. Farkına varamayarak rutinleşti hayatımız, bize yön verdiği ile yaşamaya kalkıştık, belki de bu yüzden sıkıldık ve bu yüzden son buldu birlikteliğimiz. Nereye savrulduğumuzun farkına varamadık, her başlangıcın sonu olduğu gibi bu ilişki de son buldu.
Seninleyken nelerden vazgeçtiğimin farkına vardım. Neleri gözardı ettiğimi gördüm. Ve utandım kendimden. Bendeki değerini ve hayata verdiğim değeri anladım. Yaşama doyasıya katıldım. Benliğime döndüm, seninle yapamadıklarımızı yaptım, izlemek isteyip de izleyemediğimiz, ancak listesini oluşturabildiğimiz filmleri bütün gün izledim. İzlerken İzel’in “seçtiğimiz filmleri birer birer yanlız mı izleyeceğim” şarkısını mırıldandım film aralarında. Mırıldanırken bile neşemi buldum! Yine de hüzünlenmedim! Popcorn’umu bir başıma yedimm, paylaşmak zorunda değildim, ikide bir paketi uzatma zahmetine katlanmadığımın farkına vardım. Sen, hayatıma girmeden önce her pazar tiyatoroya giderdim, buna seninleyken ara verdiğimin farkına vardım ve büyük bir keyifle tiyatro salonlarında aldım soluğu, Ehl-i Keyif‘in doğaçlama oyunlarıyla keyfime keyif ve neşe kattım benliğime… İkimiz için rezerve ettiğim, Ata Demirer’in gösterisi için haala iki biletim var. Ama sensiz gideceğim o ayrı bir mevzu! Yerine koltuğunu doldurabilecek dostlarım çok etrafımda. Sık sık kızlarla görüştüm, farkettim ki; onlarla da uzun zamandır görüşmüyordum. Sohbeti doyumsuz pazar kahvaltılarına eşlik ettik, eğlendim, kahkaha attım. Ablalık yaptım, kardeşimle birlikte film izlemeye gittim. Sevdiklerimle oldum, birlikte vakit geçirdim, yanlız değildim. Sevenlerimleydim. Seninle bir türlü gerçekleştiremediğimiz fotoğraf gezilerine katıldım. Daha sonrasında yerini planlar, ardından şehir kaçamakları yer aldı. Bir hafta sonu da olsa İstanbul’dan kaçış, oldukça iyi geldi. Ki bunu senden önce de çok yapardım, her fırsatını bulduğum anda… Senden sonra da ilk yaptığım şey Uludağ’a gidip ilk kayak denemesi yapmak ve ilk günde zirveye ulaşarak, bunun hazzını yaşamak, bunu başarabilmenin tadına varabilmek oldukça güzeldi. Keyifli sohbetler eşliğinde, değerli arkadaşlıklar edindim. Hayatın senden ve İstanbul’dan ibaret olmadığını görmek gerekirdi. Zaman zaman bunu yapmalıydık. Uzaklaşmak gerekirdi birçok şeyden kaçmak lazımdı…
Acaba duygularım mı köreldi de, körleştirdiler de, bu kadar tepkisiz kalabiliyorum bu duruma…
Anlıma koyarken veda buseni… diye o türlü bakamadım sana. Ondan ötürü; itiraf etmek gerekirse arabanın lastiklerini patlatmak, üzerinde kara kalem çalışması yapmak, ilk karikatür deneyimimi yapmak istemiştim. Birlikteliğimize, yaşanılanlara saygımdan ötürü diye de yapamadım. Cazgırlık, cadılık dilimde var, icraat da yok! Yapımda, kodumda yok malesef! Fakat damarıma basmadıkça, acı vermem. Canımı yakanın, canını yakarım düşüncesine sahip olduğumu ve mal canın yongasıdır diyerekten, en değerli varlığın olan arabana zarar vermek istemiştim ama olmadı. Onunla da güzel günlerimiz geçti, her akşam iş çıkışı almaya gelirdin. “Az kahrımızı çekmedi be, o araba!” diyerekten, sana kıyamadığımdan değil yani…
Çalkantıdaydım, serzenişteydim. Toparlandımm, toparladım da ardından kalanları. Birlikte izlediğimiz filmlerin, afişlerini kaldırdım duvarımdan. Aldığın çiçeklere dokunamadım, hala olduğu yerdeler, iki sene önce göndermiş olduğun çiçek gibi, uzanamadım! Soldular. Fakat; her baktığımda o günü hatırlatacak kadar sahiciler.
Kusura bakma, yasını tutamadım. Çok fazla değil, bilemedin üç gün sürdü. Kapılıp da sürünen çok, o ayrı! Bense nedenlerle, acabalarla geçiştirdim dönemi. Sorguladım fakat; irdelemedim. Debelenmedim neden neden diye! İrdelemek, bana göre değildi sadece zaman kaybı idi. Tasalanmaya hiç gerek yoktu, ilgileneceğim o kadar çok şey vardı ki, yönelebileceğim. Vakit önemliydi, zaman değerliydi bizim gibiler için. Kendimi adayabileceğim bir işim, güzel vakit geçirebilecek eğlenceli arkadaşlarım vardı.
Ve bahar da geldi. Baharı sevdiklerimle karşıladım. Sensiz ilkbaharım, belki de ikinci baharımı yaşayacağım. Ardından yaz gelicek, seninle olan tatil planlarımızın suya düştüğünü, o derenin altından çok sular geçtiğini, bir daha istesek de eskisi gibi olamayacağının ikimiz de farkında olarak sonbaharımızı yaşayacağız.
Elbette ki; üzüldüm. Geçen giden zamana… Yazık oldu yıllara!
Uğur böceğimdin, kelebelek oldun, kanatlandın. Uçtun gittin. Kelebeğin ömrü ne kadardır ki? Gitme de diyemem ki…
Siz siz olun, kendiniz olun. Hayattaki en değerli varlık olduğunuzu hissedin, sevenlerinizin olduğunu düşünün, başkalarını değil, kendinizi şımartın! “her gidiş bir geliştir” diyerekten, gidene yol verin ki; o da yol alsın, yolunu bulsun. “Her çıkışın, bir inişi” olaraktan; aman diyim takılmayın engellere.
Neşeyle kalın ;)
Not: Bu yazı Uğur Fertellioğluna ithafen yazılmıştır.
Bilmezdim derinliklerine dalacağımı… Sen gidince bu denli umursamaz kalacağımı, bilemezdim.