Şimdi diyeceksiniz ki kedi başınla bize akıl konusunda meydan mı okuyorsun? Yok, ne haddime, ustam… Siz ki uygarlıklar, nükleer santraller kuran; toprağı isterse verimli istemezse zehirli yapan, hoşunuza gideni kitleler halinde üretip, ters geleni aynı biçimde yok edebilen insanoğlusunuz. Biz kedilerin lafı mı olur?
Fakat çok rastlıyorum: Bir bakışla, iki kelimeyle hırlaşıp birbirinize giriyorsunuz; eğlenirken gençleri havaya atıp, sonra elinizden kaçırarak omurgasını kırıyorsunuz. Ufacık bir makineye kırk kişi sıkışıp, çarpışan arabacılık oynuyorsunuz. Şimdi kim aptal kim akıllı? Yoksa bilinmeyen güçler mi var işin içinde?
Bu konuyu biraz deşeyim dedim… Bilgiç Saruman’a gidip, zekâ konusundaki son teorileri öğrendim. O söyledi ben dinledim; sonra durmadım dere tepe gezdim. Duyduklarımı sokağın gerçekleriyle birleştirdim. Hızımı alamadım sizle de paylaşayım dedim.
25 yıl önceye kadar insanlar IQ diye bir şeye inanırmış; Türkçesi, zekâ düzeyiymiş. İnsanları bunlara göre sınıflandırırlarmış. İlk başlarda işe yarar gibi olmuş. Mesela Einstein’ın IQ’su yüksek, kapı komşusununki aleladeymiş. Dünyanın en büyük müzisyenlerinden bazılarınınkinin düşük çıkmasını göz ardı edilebilir bir istisna diye geçiştirilmiş.
Bir süre sonra bir de bakmışlar ki herkesinki yüksek çıkıyor. Eee, çağ değişti, şimdiki gençler daha akıllı, demişler; yutturamamışlar. Çünkü IQ’su Einstein’a yakın çıkan bu gençler bırakın onun gibi yeni sistemler oluşturmayı, adamın 100 yıl önce gözü kapalı çözdüğü denklemi bile anlamıyor.
Anlaşılmış ki, testler ayağa düştüğünden, gençler buna benzer sorularda antrenmanlı olduklarından, yüksek puan alıyor. Tabii gel de bunu söyle şimdi… Saruman diyor ki “Dünyada adil dağıtılmış tek şey vardır: Akıl! Kimse kendisinde az olduğundan şikâyet etmez.” Herkes bol kepçeden aldığı IQ puanından memnun. Zaten çocukluğundan beri şişirmiştir ailesi, benim akıllı çocuğum, diye.
Bilim adamları da bir hata ettik, kurcalamayalım fazla deyip, EQ’yu atmışlar ortaya. Bu da Duygusal zekâ düzeyiymiş. Yanlıştan biraz dönmüşler. Çünkü IQ’su yüksek olup da insan ilişkilerinde sınıfta kalan çokmuş. Son olarak Gardner diye bir profesör çıkıp, 9 tür zekâ olduğunu söylemiş. Bakın bunlar neymiş?
Sözel, Dille ilgili Zekâ: Okumayı ne kadar hızlı öğrendiğinizle başlar fakat burada bitmez: “de” ve “ki” eklerinin ne zaman ayrı ne zaman bitişik yazılacağıyla devam eder. Pek çok kişi zaten bu noktada çuvallar. Bundan sonra da alınacak çok yol vardır. Karmaşık cümleleri anlama, yorumlama bunlardan birkaçı sadece. Bazı kişilerin muzdarip olduğu Orhan Pamuk okuyamama sendromu, eğer siyasi sebeplerden veya önyargıdan kaynaklanmıyorsa, ya cahillikten ya da sözel zekâ düzeyinin yeterince gelişmemiş olmasındandır herhalde.
Mantık, Matematik Zekâsı: Her şey kolay başlar. “2 + 2 kaç eder, benim akıllı oğlum?” Sonra çarpım tablosu (eskilerin tokat gibi tabiriyle “KERRAT cetveli”) ile bir grubu endişelendirmeye başlar. Cebirle kalp atışlarını hızlandırır. Entegrali takiben halktan tam olarak kopar, uzaya ışınlanır! Bu konuda zekâsı yüksek olanlar, evrende her şeyin temelinin matematik olduğunu söylerken, biz kediler sadece, küçük bir “hı?” diyebiliriz.
Görsel, Uzaysal Zekâ: Korkmayın, uzay mekiği yaptırmayacağız… Hani bir şeyi bulamadığınızda yerini sorduğunuz ve her seferinde orayı bilen bir arkadaşınız var ya, işte bu zekânın ilk belirtileri, gördüğünü kolay kolay unutmamaktır. Bunlar açık denizde bile yıldızlara bakıp, yönünü bulur. Aklından geçen ister araba parçası olsun ister soyut bir fikir, resmedebilir. Bazıları dudak uçuklatan yapıtlar inşa eder; kimi de aldırmaz, kentin siluetini alaşağı eder.
Bedensel ve Hareketsel Zekâ: Hidayet Türkoğlu, nasıl oluyor da böyle mucizevî oynuyor? Sadece boyuyla değil, bedensel zekâsıyla da fark atıyor da ondan. Ha, işte bu alanda biz kedilerin eline su dökemezsiniz… Biliyorum tabii her şey zıplama, hoplama değil, sizin muazzam dansçılarınız, ekstrem sporcularınız da var. Ama bunlar azınlıkta. Çoğunuzun bedensel zekası geri, şiştikçe şişiyorsunuz.
Kişilerarası Sosyal Zekâ: Bir bakarsınız, derste sorduğu sorular nedeniyle geri zekalı sınıfına soktuğunuz kadın, teneffüste birbirini tanımayan sınıfı bir araya getirmiş, kaynaştırmış, hayranlık uyandıracak şekilde, ders sonrası beraber kafeye gitmeye ikna etmiş. Biraz daha uğraşsa, hayvan hakları için Taksim’de gösteri yürüyüşüne de çıkaracak. Bu tür zeka, kendisini başkasının yerine koyabilme yeteneği, insanlara duyarlılık, sosyal konulara ilgi ve liderlik getirir yanında. İşte bulduk! Her yerde, her zaman birbiriyle didişen insanlar, özellikle sosyal zekâ açısından özürlü sayılır.
Kişisel, İçsel Zekâ: Kendini bilme, tanıma, kontrol edebilme becerisidir. Böyle deyince kolay geliyor değil mi? Bu da herkesin kendini zeki sandığı, ama sıkça sınıfta kaldığı konulardan. Başkalarının onu tanımlamak için kullandığı ifadeleri kendi kimliği sanır. Zaaflarının farkına varmaz, varsa da istediği zaman kurtulacağına inanır. Fakat hayat boyu onların kölesi olur kalır. İçsel zekâsı yüksek olan kişi, gerçek kimliğini, evrendeki yerini merak eder. Yaşam felsefesini oluşturur. Vücudunu, ruhunu, zihnini son derece iyi tanır. Kontrolü eline alır. Bu, bilgelik yolunu neredeyse yarılamaktır.
Müziksel, Ritmik Zekâ: Bu diyarın kadınlarında genetik olarak otomatikman bir parça vardır. Oynak bir ritim çaldığında, kolay kolay yerinde duramaz insanımız. Bu zevk de basamak basamak tırmanır. Kimi emekleme düzeyinde kalıp, hayat boyu Serdar Ortaç dinler. Kimi daha karmaşık yapılara kanat açar. Klasik müziğe, cazın karmaşık türlerine uzanmayı başarır. Bunlara erişmek, müziksel zekâ ve eğitim işidir. Anlamayanlar, her zamanki gibi, zevkler ve renkler tartışılmaz der, tartışmayı kolay yoldan bitirir.
Doğa Zekâsı: İflah olmaz şehirliler için, kolay anlaşılmayacak bir zekâ türü. Doğadaki her türlü canlıyı, tanıma, anlama, onlara karşı nasıl davranacağını bilme yeteneğidir. Bununla da kalmaz, kayalıklar, nehirler gibi doğal yapılardan da anlar. Eski zamanlarda avcılık, izcilik yeteneğiyle el üstünde tutulan bu kişiler her ne kadar şimdi demode olmuş gibi görünse de doğal ya da insan elinden çıkma bir afet anında, uzun vadede hayatta kalmayı başaracak ve belki hepimizi kurtaracak olan yine onlardır.
Varoluşsal, Spiritüel Zekâ: “Artık bu kadar da olmaz, atıyorsun,” demeyin. Bu kişiler, ölüm, hayat, ruh, ölümün ötesi gibi konuları, subjektif perspektifin ötesinde, makro bir bakış açısıyla araştırma ve anlama yeteneğine sahiptir. “Vıyyyy!” değil mi? Kimileri çeşitli yöntemler kullanarak, (beyninin daha fazla kısmını etkileşime sokmak veya tansiyonunu kontrol etmek gibi) pek çok kişiye doğaüstü gelebilecek işler bile gerçekleştirebilir.
Lafı uzatmadan çok önemli bir noktaya gelelim! Evet, bazıları daha zeki doğabilir. Fakat doğuştan gelen bir eksikliğimiz, özürlülük durumumuz yoksa, zekâ türlerinin hemen hepsinde, doğru eğitimle kendimizi geliştirebiliriz. Belki bir Mozart olamayız ama, Mozart’ın müziğini belli bir seviyede anlamayı ve bundan keyif almayı öğrenebiliriz. Emin olun bu bile yaşamımıza çok ilham veren ve mutluluk getiren bir pencere katar. Yeter ki istekli olalım, araştıralım, çalışalım, sabredelim. Hangi zekâ türünde olursa olsun, kara cahil kalmayalım.
Sokakta arabasını, yaya kaldırımını kapatacak şekilde park eden ve insanları, bebek arabalı anneleri, otomobillerin vızır vızır geçtiği caddeye inmeye, ölüm tehlikesiyle karşılaşmaya iten kişi, sadece Sosyal Zeka, Kişisel Zeka ve Spiritüel Zeka gibi üç alanda geri zekalı olmakla kalmaz, aynı zamanda bunlarda gelişmek için hiç çaba da sarf etmemiştir, kara cahildir. Eğer bu duruma düşmüşsek, en başta kendimizden utanmalı ve kendimize üzülmeliyiz. Sonra da başımızı önümüze koyup, öğrenmek, anlamak için bir parça çaba göstermeliyiz.
Kedi başımla bu kadar anlatabildim; lütfen siz de sözünüzü esirgemeyin, yorumlarınızla konuyu genişletin.
Sarman Dedektif
Sarman Dedektif’in tüm yazılarına ulaşmak için Sarman Dedektifin Gözüne Batanlar isimli web güncesini ziyaret edebilirsiniz.