Çok eski zamanların dondurucu bir kışı yaşanırken, bütün hayvanlar acımasız soğuktan çok etkilenmiş ve çok büyük kayıplar vermişler. Ama en çok kayıp veren kirpilermiş. Çünkü onların pek çok hayvan gibi kalın kürkleri olmayıp, kendilerini sıcak tutması mümkün olmayan dikenleri varmış. Bu durumdan çok endişe duyan kirpiler, en az zararla kışı geçirebilmek için meclislerini toplamış ve çözüm aramaya başlamışlar. Tartışa tartışa, nihayet gece olunca tüm kirpilerin bir araya toplanmasına ve birbirlerine çok yakın durarak geceyi geçirmelerine karar vermişler.
Böylece kirpiler birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak ve aralarındaki hava akımını önleyerek donmaktan kurtulacaklarmış. İlk geceki deneyimlerinde bunun işe yaradığını görmüşler. Ama daha önce hiç ön göremedikleri bir başka problem çıkmış ortaya. Üşüyen kirpiler birbirlerine fazla yaklaştıklarından kirpiler birbirlerini sivri oklarıyla yaralamışlar. Daha sonraki gece yaralanma korkusundan dolayı kirpiler, bu defa da birbirlerinden uzak durmuşlar ama bu seferde donmaktan kendilerini kurtaramamışlar. Her gece, bazen uzaklaşarak bazen de yakınlaşarak, deneye yanıla birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak kadar yakın, ancak birbirlerini incitmeyecek kadar uzak durmayı öğrenmişler. Bu da hayatta kalmalarını sağlamış.
İster kabul edelim ister etmeyelim, hepimizin bizi kaplayan uzun dikenlerimiz var. Bunlar, bizim hayata karşı savunma mekanizmalarımız, filtrelerimiz… Bazen faydalı, bazen de zararlı. Çoğu zaman, kimseleri yaklaştırmıyoruz yanımıza, korkutuyoruz onları oklarımızla veya başkalarının oklarından korkuyoruz kendimiz… Filtrelerimizden elemeden kimseleri sokmuyoruz özel dünyamıza, sınamadan geçit vermiyoruz. Ne var ki, hayatta kalabilmek ve sıcaklık ancak yakınlaşmakla, birlikte hareket etmekle mümkün olabiliyor. Ama, yakınlıklar da zarar veriyor bazen…
Herkes önce kendi oklarının sorumluluğunu alıp, karşısındakiyle en uygun mesafeyi hemen ayarlayabilmeli aslında. Bu hikaye hayatta incinmeden ve incitmeden kalmamızı sağlayacak sihirli bir yaşam dersi… Yeni dünya düzeni, insan ilişkileri birçok çelişkiyi de içinde barındırıyor. Bu çelişkiler içinde, birbirini incitmeyecek kadar uzak, hayatın soğuk, çelişkili ve zor zamanlarında üşümeyecek kadar da birbirimize yakın olmayı öğrenmek önemli olan…
Biz içinde, ben olma çizgisi öyle ince bir sınır ki, tanımlamak kadar, yaşamak da zordur. İnce bir beceri gerektirir. Kendin yok olmadan, diğerinin kimliğinde erimeden ve bunu yaparken de hırçınca bir varoluş sergilemeden, yaradılışının sana sunduğu özel yönlerini tanımak ve yaşamak… Bizim toplumsal ilişki mantığımızda; iç içe, dipdibe olmak sağlıklı bir birlikteliğin esası olarak görülür. Biraz uzak duran yadırganır, merak edilir ve çeşitli kurgularla yargılanır. Kendini beğenmekle suçlanır. Kendine alan bırakabilen, hayır demeyi başarabilen insanların, enaniyet sonucu böyle davrandığı düşünülür.
Bir kirpi oku mesafesinde, ama yıllarca yıpratmadan, tüketmeden, taptaze bir sevgiyi yaşamak önemli olan… Hayatta bazı şeyler o kadar narin ki, gereken özeni vermezsen, söner ve yok olur… Eğer zaman vermezsen, nefes aldırmazsan da boğulur gider. Avucundaki küçük bir serçe gibi… Çok sıkarsan ölür, gevşek bırakırsan da uçar gider. İnce bir kavrayışta tutmak gerekir avuçlarını…
Canımızı asıl acıtan uzaklıklar değil, göze alamadığımız yakınlıklardır belki de… Herkesin görünür ya da görünmez sivri okları var. Bu dönem zoru başarabilen kirpilerin dönemi… Ne çok yakın, ne çok uzak, yeterince, kararınca… Aradığımız her şeyin yanıtı doğada var aslında. İnsan yaşamına soktuğu insanlarla bir kirpi boyu mesafe bırakmalı arasında. Ne dikenleriyle kanayacak kadar yakın, ne de soğukta donacak kadar uzak olmalı. Isıtmalı ama yakmamalı, kanatmamalı…