Kendimiz olmadan başkaları olduk hepimiz…
Daha fazlasını istemek miydi? yaşamak dediğimiz!
Kaybetmeye, tahammülsüzlük içindeyken köleleşmiş ruhumuz.
Önce, unuttuk kendimizi ötekileştirmek gibiydi…
Karanlık bir çağdı yaşamakta olduğumuz sanki…
Yanı başımızdan geçeni görmeden kendimize çerçeve edinmiş halimiz…
Duymamazlıktan gelen haller içindeki halsizliğimiz, karanlıktı içimiz…
Kavgalarımız bitmedi henüz savaşlar tüketmedi sanki!
Hala yaşıyoruz demek mi? gurur verdi…
Hangi çağdık ki biz…
Hala açlık var mı? diye, sorduk mu? Utandık mı? bundan…
Ölenlerimiz yakınımız değil miydi sanki… Tanımamız mı? gerekliydi. “insan” demek yetmez miydi?
Tanışmak için adları mı gerekti…
Görmemezlikten gelerek “yaşam” mıydı? aradığımız…
Savaşların kıyımı gibiydi insanlığımız…
Daha fazlası için daha fazlasını almak gerekti!
Karanlıktı çağımız ayıplandı insanlığımız…
Dahası için sömürgeleşti hırsımız…
Benciliğimiz kaybettiğimiz insanlığımız!
…
Karanlık bir çağ aslında yaşadığımız, sömürgeleşmenin hırsından, taraflara çekilmiş zenginlik arayışı daha fazla güç için milyonların kıyımı… Karanlık bir çağ aslında, sağırlaşmış bir dünya düzeninde “biz” olmaktan korkan bir çağ herkes “ben” olmuşcasına bencilken! Görmek istemedikten sonra görülmez bir çağ, duymak bilmek istenmedikten sonra duyulmayacak bir çağ bilinmesi gerekense, savaştan, açlıktan, hırstan ölen bir çağ…