“Biliyorum, onu seviyorum. Nasıl bilmeyeyim ki, onu her gördüğümde nefesim kesiliyor, mideme ağrılar giriyor, yanaklarım kızarıyor, her yer çok sıcak oluyor. Şu lanet bara geliyorum yirmi gündür, karanlığın içinde onu görebilmek için. Gördüğüm geceler sabaha kadar uyuyamıyorum, uyusam rüyamda görüyorum, uyumasan aklımdan çıkartamıyorum. Bu akşam bir farklı bakıyorum yüzüne, her yerini inceliyorum. Evet, gördüğüm en güzel suret bu işte. Keşke bir de gamzesi olsaydı. Yok yok, gamzesi olmaması iyi. Ben bir insana verebileceğim bütün aşkı harcadım zaten onda, gamze de olsa kafayı yerdim herhalde.”
“Ahh yine gelmiş… Neden bana bakıyor hep? Bakışları da… Hay aksi, neden her konuşmamın sonunda dayanamayıp çeviriyorum kafamı ona doğru. Hemen de gözgöze geliyoruz. Hiçbir şey yapmıyor sadece bakıyor öyle, n’asıl anlatsam, bir annenin evladına baktığı gibi bakıyor bana. Gözlerimden giriyor sanki ve tüm ruhumu okşuyor. Gözlerine bakma isteğimi neden durduramıyorum? Saçları, gözleri, dudakları, burnu ve duruşuyla sanki benim bir parçam, benim etimden, benim kanımdan gibi… Elimi yüzüne sürsem ne düşünür acaba? Gidip sarılsam çok mu aptalca olur? Ne saçmalıyorum ben ya hu, hiç tanımadığım ve ne olduğunu bilmediğim birisi o. Kendimi toplamalıyım. İçimden bunlar geçiyor ama engellemeliyim.”
“Bakışlarımdan rahatsız mı oluyor acaba? Bir tepki vermiyor ki anlayayım, sürekli gözlerini kaçırıyor. Beni yanlış anlasın istemem. Bir bahane bulup yanına gitmeliyim. Hiç de bana göre bir şey değil ama, başka çarem yok… Aaaa, dışarı çıkıyor hem de tek. Eğer arkadaşları bana bakmazsa hemen gideceğim peşinden. Evet, tam istediğim gibi bakmıyorlar. Ne güzel yürüyor öyle, bir eli cebinde ötekisi ayaklarının ritmine denk bir şekilde boşlukta sallanıyor; ama kafası hep dik. Hep bir meydan okuyuşu var onun duruşunda. Fakat nereye gidiyor böyle, ben niye gittim peşinden, nasıl yaklaşacağım, ya kovarsa? Bu sorular beni bitirecek!”
“Evet, geldi peşimden ama ya şimdi? Ne yapacağım ki böyle. Kendimi çok basit biri gibi gösterdim ona, kahretsin. Şuradan midye falan alıp bara geri mi dönsem, hani onun için çıkmadım anlasın bunu. Her gün en az beş kişiyle karşılaştığım bu yolda şimdi neden kimse çıkmıyor karşıma? Neden bu kadar heyecanlıyım sanki, arkamda yürüyor diye şu kalbimdeki his, ne kadar garip ne kadar saçma… N’asıl olur da onu tanıyor gibi hissedebiliyorum? Acaba dönüp baksam mı, belki hala arkamda değildir. Hayır, biliyorum, orada!”
“Ne yalan söyleyeyim, ayağı kayıp düşünce resmen sevindim. Canı acıdı diye üzüldüm ama ona yaklaştım diye sevincim daha fazla. Omzuna dokununca titredi sanki, benim gibi. Ve o sureti bu mesafede görmek, çok güzel. Yok, yüzüne bir gamze şart. Ama ben ona gamzesiz aşık oldum. Bir dakika, oldum mu?”
“Rezil oldum, rezil. Şu yola koyduğunuz küçük, kare taşları neden dümdüz değil de girintili çıkıntılı yerleştirirsiniz ki! Neyse… Hem utanıp hem sevinmek böyle bir şey işte. Nasıl geldi hemen öyle, o kadar yakın mıydı acaba bana? Elimi tutuyor, aa sıcacık ve yumuşacık. Hiç bırakmak istemiyorum… Gözleri yakından ne kadar güzelmiş, ela mı acaba? İyi ki düşmüşüm, diyorum ya hayret!”
Elini hiç bırakmadı onun, o da gözlerini hiç çekmedi ondan. Büyülendi sanki, baktı baktı… Öpmek istemedi, yaklaşmak istemedi. Sanki dokunsa büyü bozulacak gibi. Öylece durdular saat 02.45’te. Tam konuşacakken yumuşacık eliyle ağzını tuttu ve: “Sesini çok merak ediyorum ama şimdi değil, konuşma.” dedi. Kafasını salladı o da. Yürüdüler tam iki saat boyunca, el ele, konuşmadan, bakışarak. Sonra oturdular bir kaldırıma. Ne bir ağacın altına ne de deniz manzaralı bir yere. Öyle ara sokakta sessiz ve pis bir kaldırım taşına. Olmayan manzarayı değil, birbirlerini izlediler. Güneşin yavaş yavaş etrafı aydınlatmaya başladığı dakikalarda onun ağzından sözler dökülürken, onun ise gözlerinden yaşlar döküldü aniden:
Şimdi ölsem, tam şuan. Gözlerin gözlerimde kalsa hep. Elin hiç terk etmese elimi.
Eğer şimdi ölürsem, kalbimin bu atışlarının sahibi hep sen olarak kalırsın.
Kimse dokunamaz elime ve kimse ulaşamaz gözlerim en derinlerine.
Başkası söyletemez bu cümleleri, yaşatamaz bu duyguları.
Keşke şimdi ölsem, işte tam bu en büyük mutluluğu seninle paylaştığımız an,
Çünkü sensiz olmak da var hayatta…
Ceren Ataş