Tüketmek için bunca acele ettiğiniz takvim yapraklarına, hızla çevirdiğiniz akreplere yelkovanlara, bu rutin çarka şöyle bir uzaktan baktığınızda ne hissediyorsunuz? Ne kadarı sizin hayatınız? Başkalarının hayatlarını mı yaşıyorsunuz, başkaları mı sizin hayatınızı yaşıyor yoksa?
İnsanlar yavaş yavaş inanmamayı, güvenmemeyi, sevmemeyi, kronik şüpheciler olmayı öğrenir bu rutini yaşarken… Ve bu o kadar yavaş, o kadar küçük dozlarda olur ki, başına gelene karşı asla uyanık değilsindir… Bu gerçekleştiğinde, artık çok geçtir… İnsanların tecrübe dediği şey budur. Kalbiyle bağlantısını kaybetmiş bir insana tecrübeli derler…
O zaman çok tuhaf bir olay meydana gelir: İnsanlar, başka insanları sevemez, çünkü insanlar çok aldatıcı olabilir; nesneleri sevmeye başlarlar… Büyük bir sevgi ihtiyacı olduğu için, onun yerine koyacak bir şeyler bulmaya devam ederler… Kimisi içinde kaybolduğu sahte ilişkileri sever, kimisi evini sever, kimisi arabasını sever, kimisi elbiselerini sever, kimisi parayı sever… Kimisi de kendine döner sadece… Başkalarının hayatlarını da yaşamaz, kendi hayatını da yaşatmaz başkalarına… Sadece kendine yatırım yapar artık… Sadece kendini yaşar… Zevklerini, yeteneklerini, bilgisini, kültürünü… Hayallerini, hep ertelediklerini…
Kumdan bir kale düşünün… Çevresine güzel su kanalları yapmış, hendekler kazmışsınız. Yalnız öyle bir yere inşa etmişsiniz ki kalenizi, dalgalar güçlendikçe önce su kanalları doluyor, surlarınız tuzlu suyun ellerinde giderek erimeye başlıyor. Elinizde küçük plastik kovanız, küreğiniz kuru kumlarla surları onarmaya çalışıyorsunuz. O kadar odaklanmışsınız ki onarmaya, bu yıkımın artık sizin kontrolünüzde olmadığını göremiyorsunuz. Oysa bir dursanız, durup da yukarıdan baksanız kaleye, çamur haline gelmiş surlara ve dalgalara; onarmaya harcadığınız sürede yepyeni bir kale inşa edilebileceğini göreceksiniz. Denizin biraz ötesinde, yeni bir kale yapabileceksiniz.
Yaşam da birçoğumuz için böyle geçip gidiyor. Alışmaya çalışıyoruz. İncinen yerlerimize her gün küçük yamalar dikiyoruz… Her şeyi bırakıp düşlerimizin peşinden gitmek, imkansızmış gibi görünüyor gözümüze. Kaygılarımızdan, geçmişimizden, alıştığımız düzenden vazgeçemeyişimiz ve daha birçok neden bile bizi yeni başlangıçlardan alıkoyabiliyor. Hani o hep gidip yerleşmek istediğimiz huzur dolu sahil kasabası hayali gibi… Hayatınızdaki bazı kumdan kaleler, denize karışmayı çoktan hak etmedi mi?