Bazen sokaklarda dolaşırken en çok evlerin, apartmanların pencereleri dikkatimi çeker. Kimisi sıkı sıkıya kapatmış panjularını rüzgarın bıraktığı toza aldırmaksızın, kimisinin güneşe açılmıştır kanatları, neşeli perdelerin ve minik saksıların eşlik ettiği… Evde hayat belirtisidir pencereler, ‘ışığı açık olmak’ ise davetkardır aslında misafir komşular için. Bazı pencereler vardır yeşile, güneşe bakan, bazıları ise gölgesiyle çam ağaçlarının hüznünü taşıyan mezarlıklara aksine…
Kalbimiz de böyledir aslında, gülümseyişlerimizdir, bazen selamımızdır dostlara, bazen ‘gönlümüzden kopanlardır’ sessiz yardımlarla… Türkçemizde öyle güzeldir ki ‘gönül’ kelimesinin varlığı sevginin, şevkatinin kültürümüzde yeraldığını gösterir diğer dillerde rastlanmayacak bir nadidelikle üstelik… Öyle durumlar da vardır ki; ‘gönlümüz kırılır’ belki daha sonra bir çiçekle veya iki çift tatlı sözle ‘gönüller alınır’, deyimleşmiştir Türk insanının duyguları her şeyi özetler şekilde… Bir de duyguları önümüze seren bakışlar vardır; bazen şiddetle bakar gözlerimiz, bazen hüzüne bırakır yerini gülümseyişler boş oyun parkı sessizliğiyle, bazen akşam üstü denizden çıkarken ki rüzgarla üşümenin ürpertisi vardır, kimi zaman ışıltılıdır sınavdan çıkmış hem rahat hem başarmanın o tatlı hissiyle… Pencereler de işte böyle kimliğimizi, hislerimizi aktarır bunu da gözler görev alır…
Ev alırken ne kadar önemliyse ‘güneşi görmek’, seçerken de önemlidir arkadaşlarımızı kalplerinin aydınlığı… Evidir çünkü insanın kalbi, odalarında nefes alır, pencerelerinden bakar, gözlemlersin, seni bazen istemediğin şeylere de şahit ederken, bazen en güzel manzaralara alır götürür. Kızamazsın, engel de olamadığın gibi aslında ama yönünü değiştirebilirsin tüm gidişatın, ama önemli olan güneşe açabilmektir gönlün pencerelerini, sevgilinin rüzgara bıraktığı saçları gibi özgür ama ayakları yere basarak düşünebilmektir. Paylaşmak devreye girer en son bazı şeyleri anlamlı kılabilmek adına görevini yapar, her nimetin de paylaşıldıkça yerini mutluluklara bırakabilmesi dileğiyle…