Yine sen, yine sana diye başladığım bir yazı… ‘umutsuz bir aşka mı düştüm?’ diye kendime sormadan edemiyorum.. umutsuzluğu geçtim de aşka mı düştüm?.. ondan mı canım bu kadar acıdı, ondan mıdır satırlarca seni anlatmak, anlatamamak..
oysa her sabah yüzünü doyasıya seyrederken bin bir hayalin içinde el eleyiz.. etrafımızdaki insanlar yok oluyor ve ben kulağımda çınlayan müzik eşliğinde senin yüzünü, mimiklerini, öksürüşlerini dünyanın en güzel şeyiymiş gibi izliyorum..
gülümsüyorum sana bakarken, buna engel olamıyorum, engel olmakta istemiyorum..
yüreğimdeki bunca yaraya merhem ol istiyorum… senin de kırıklarını ben iyileştirmek istiyorum… aşkım tüm kırıklara, kırgınlıklara, acılara deva olsun istiyorum..
bunca zamandır sarmaşıklarla dolu bir yolda yönümü bulmaya çalışıyorum.. bazen benim gibi kaybolanların elini uzattığını görüyorum, tam uzanacakken yok oluyorlar… sonra kendimi bir ışığın büyüsüne kaptırıp peşinden gidiyorum, kendimi bir çölün ortasında dudaklarım aşksızlıktan kurumuş, susuzluk içinde buluyorum.. yol boyunca bir sürü seraplar görüyorum.. hiç biri gerçek değil.. sonra yolun sonunda senin tuhaf ama benim içime işleyen gülüşünü duyuyorum.. kendimi sana o kadar kaptırıyorum ki serap olabileceğin aklıma bile gelmiyor.. sana kavuşuyorum, o tatlı yüzüne dokunup, kokunu saatlerce içime çekiyorum.. sonra elini tenimde hissediyorum, dokunduğun her yer yanıp, tutuşuyor.. yok oluyor..
sonra gözlerimi açıyorum, güneş gözlerimi yakıyor, gözyaşlarım yanağımı yakarak süzülüp, içimi yaka yaka akıp gidiyor..
hiç olmayacak şeydir ya bir çölde sel oluyor…
içim bu kadar yanmışken, sen bana bir yudum su ol istedim..
aslında sadece elini uzatsan yeter, ben sana öylece kanıp giderim…