Yaşadığımız üzüntülerin, ulaşamadığımız hedeflerin, uğradığımız başarısızlıkların ve hayal kırıklıklarının sorumluluğunu hep başkalarına yüklüyoruz. Kendimizce sorumlular buluyoruz sorunlarımıza.
Kariyerimizi erken bitirmenin sorumlusu çocuklarımız, iyi bir eğitim alamadığımız için hayal ettiğimiz yerlere gelemememizin sorumlusu annemiz babamız, istediğimiz okulu okuyamamış olmamızın sorumlusu eğitim sistemi, kadınlara/erkeklere temkinli yaklaşmamızın sorumlusu bizi üzen ilk aşkımız, hak ettiğimiz konuma başka arkadaşımızın getirilmesinin sorumlusu patronumuz, yöneticimiz, sınıfta kalmışsak sorumlusu hocamız…
Tanıdık geliyor mu cümleler? Hayatımız boyunca her gün belki de yüzlerce kez benzerlerini kurmuşuzdur. Başarısızlıklarımızı, çöküntülerimizi, üzüntülerimizi içine gizlediğimiz kılıflardır bu ve buna benzeyen cümleler.
Mevlana’nın dediği gibi “insan düşünceden ibarettir”. Sahip olduğu akıl, gönül ve irade sayesinde kendi hayatını kendisi inşa ediyor. Bunun farkında olan insanlar gelişiyor, olgunlaşıyor, başarılı ve mutlu oluyor. Farkında olmayanlar ise koşuşturuyor, yoruluyor, geriliyor, geçici başarılar ve kalıcı başarısızlıklar arasında savrulup duruyor. Sonra da bu durumdan kendisi dışında herkesi sorumlu tutuyor.
Ömür dediğimiz yolculuk, aklımızla, gönlümüzle ve irademizle yaptığımız tercihlerden başka bir şey değil. Yaptığımız tercihler, istediğimiz ya da hoşlandığımız sonuçları verdiğinde mutlu oluyoruz, başarılı hissediyoruz kendimizi. Tercihlerimiz istemediğimiz, hoşlanmadığımız sonuçlar verdiğinde ise sorumluları, sebepleri çoktan hazırlamış oluyoruz.
Diyelim ki “aldatılma” nedenine dayanarak biten bir evlilik. Sorumlusu kimdir? Yanıt kolay ve tanıdık: “aldatan eş”. Bakıldığında ne kadar makul değil mi? Peki o eşi seçen kim? İlişkiyi aldatma sürecine götüren nedenler neler? Evliliğin bu noktaya gelmesinde diğerinin sorumluluğu yok mudur? Oysa hiç kimse bunları sorgulamayı ve başına gelen olaylardaki sorumluluğunu görmüyor.
Kuşkusuz sorumluluğu başkalarına yükleyerek yaşamak da bir tercihtir; tıpkı hayatımızı inşa ederken yaptığımız diğer tercihler gibi. Fakat kendimize yabancılaşmayı, mutluluğumuzu ve başarımızı sağlayan hayat enerjisi dediğimiz içimizdeki gücü tüketen bir tercihtir bu. İşlenmediği sürece ham elması kömürden ayırt edemezsiniz. Aklımız, gönlümüz ve irademiz de elmas gibidir. Ancak işlendikçe ışıldar ve değer bulur.
Ancak bunu bilmek de yetmiyor. Kendimizle yüzleşme ve bildiklerimizi uygulama cesaretinin de olması gerekiyor. Zaten o cesareti bulduğumuz anda hayat değişmeye, biz kazanmaya başlıyoruz.