Hayat en çok onlara adil davranmıyor. Çünkü zorluklara karşı koyabilecek güçten yoksun bıraktılar onları. Hem de bizzat onları en çok seven anne babaları tarafından.
Herkes burun kıvırıyor, herkes eleştiriyor. Tembel diyorlar, umursamaz diyorlar, maymun iştahlı diyorlar. Kendilerinde olup da onlarda olmayan ne varsa, kıyasıya eleştiriyorlar.
Hayatın gerçekleriyle yüz yüze gelinceye kadar çok güçlü, çok iyi, mükemmel olduklarına inandırıldılar. Gerçek hayatla her temaslarında darbe yedikçe ne yapacaklarını bilemiyorlar o yüzden. Acımasız bir rekabeti, birbirlerinin omuzlarına basarak yükselmeyi öğreniyorlar. İşine geliyor, iş dünyasının onları böylesine kendi hırsı ve kazançları için kullanmak. Hırslı ve kazanç körü patronların gladyatörleri gibi çalışıyorlar.
Mutluluğu bilmiyorlar ancak sanal bir mutluluk oyunu oynuyorlar. Gerçek yaşamda bulamadıklarını, yaşayamadıklarını dijital dünyada “mış gibi” göstermesini öğreniyorlar. Akıllı telefonlarının, sosyal medyanın bağımlısı oldular. “Gülümseyerek selfie çekip” onu yayınladıktan sonra mutsuzluğu yaşamaya devam ediyorlar.
Kıymet bilmiyorlar, sabredemiyorlar… Her şeyi tüketiyorlar. Zamanı, sevgiyi, ilgiyi, ilişkileri… Her şeyi ama her şeyi. Çünkü çabukluğa o denli alışmışlar ki. Yemeğin hızlısını, ilişkinin çabuk sonuca gidenini, dizilerin internetten bir defada tüm sezonunu seyretmeyi seviyorlar. Özlemeyi, beklemeyi, hayal etmeyi sevmiyorlar. Hiç tatmamışlar ki böyle şeyleri…
Duygularını kontrol etmeyi de bilmiyorlar doğal olarak. Ya çok ürkek ya çok taşkın yaşıyorlar hayatı. Karşı çıkmayı, sorgulamayı seviyorlar. Her şeyi bildiklerini düşünüyorlar. Kısa çözümlere bayılıyorlar. Hayatlarını tıpkı bilgisayar ekranındaki kısa yol tuşları gibi çabuk çabuk, kestirme yollardan yaşamak istiyorlar.
Ama insancıllar, önyargı duvarları örmüyorlar insanlarla aralarına, samimi davrandığınızda güveniyorlar. Pratik ve keskin bir zekaları var.
Şimdi ne anne babaları yardım edebilir onlara ne de geçmişte bıraktıkları. Artık görev şirketlerin ve iş dünyasının. Çoğu kendi çabalarıyla ayaklarının üzerinde durmaya çalışan bu çocukları, kötülemeden, yargılamadan geliştirmek, sağlam değerlerle donatmak çalıştıkları işyerlerinin ve patronlarının sorumluluğundadır. Bu çocukların enerjilerini, kör hırsları için kullanmayacak şirketlere ve patronlara olan ihtiyaç her geçen gün daha da artıyor.
Kim mi bu çocuklar? Adına “Y”, “Z” kuşağı diyerek kategorileştirdiğimiz insanlar… Gençler… Yeni ve farklı hayatlar… Farklılıkları kabullenip bir arada uyumlu biçimde çalışmanın, yaşamanın yöntemlerini bulmak yerine, “onlar böyle”, “şunlar şöyle” diyerek ötekileştirip iyice yabancılaştırdığımız yürekleri ürkek, davranışları atak insanlar… Hepsine özen gösterelim ki ziyan olup gitmesin bu hayatlar…