Baştan söyleyeyim bu yazı bir çok dostu, arkadaşı kızdıracak. Söylenenler, eleştirenler olacak. Ancak yine de yazacağım, çünkü konu bana göre önemli ve deniz tabanını saran yosunlar gibi giderek toplumsal görgüyü yok ediyor.
“Teşhircilik” hem psikolojinin hem de ceza hukukun yoğun olarak ilgilendiği bir alan. Psikoloji açısından “cinsel organlarını yabancılara göstererek tatmin olma davranışı”, ceza hukuku bakımından da bu davranış sergilendiği anda oluşan bir “suç” olarak tanımlanabilir.
Bizim konumuz elbette bu anlamda bir teşhircilik değil. Ancak o teşhircilikte kişinin cinsel organlarını göstermekten kendisini alıkoyamama, buna engel olamama durumu sosyal medyanın etkinliğini artırmasıyla birlikte hayatın her alanına yayıldı.
Türkiye, sosyal medyayı en yoğun kullanan ilk bir kaç ülkeden bir tanesi. Ancak nasıl kullandığına baktığımızda öyle hiç de iç açıcı durumlarla karşılaşmıyoruz açıkçası.
İnsanımızın büyük çoğunluğu bilerek ya da bilmeyerek sosyal medyayı bir teşhir ve dikizleme aracı olarak kullanıyor. Yediğini, içtiğini, giydiğini, sevgilisini, çocuğunu, ibadetini, hastalığını, yasını hayatının normal akışı içinde cesaret edemeyeceği biçimde teşhir ederken, öte yandan başkalarının hayatını da merakla, ilgiyle, bazen öfkeyle, bazen kıskançlıkla, bazen küçümseyerek, bazen de imrenerek dikizliyor.
İşin özüne bakıldığında sosyal medya bireyin kendini topluma gösterme, “ben de buradayım” deme araçlarından bir tanesi. Bunda kötü bir şey yok. Bence sıkıntı, bunu gösterme biçiminde ve yoğunluğunda yatıyor. “Görmemişin oğlu olmuş, tutmuş çükünü koparmış” misali paylaşımlar, hayatı kendisi için değil de başkalarına göstermek için yaşayan “narsist” eğilimli bireyler tarafından hunharca bir yoğunlukla sergileniyor.
Kişisel paylaşımların bu denli yoğun olması “ben” duygusunun, egonun giderek ön plana çıkmasıyla ve gerçek hayatın dışında, sanal bir dünya oluşturmakla sonuçlanıyor. “Bakın ben falan restauranta gidebiliyorum”. “ah tatil boyunca Avrupa’yı baştan başa gezdik bakın”, “şu oğlumun/kızımın güzelliğine bakın”, “babamın mezarını ziyaret ettik, görevimizi yaptık”, “gece boyu dinmeyen baş ağrısı sonuçta hasteneye geldim, bakın serum taktırdım”, “Tanrım suşiyi zorla yedirdiler, bir daha tövbe ama bakın önümdeki tabakta suşi dolu”, “oğluşum ve kocişimle plaj keyfi”…
Bu durumun sonu hayır değil… İnsanın giderek yalnızlaşmasıyla, gerçek hayattan kopmasıyla ve asıl ihtiyacı olan canlı iletişimin yerini, sanal, sahte ve aldatıp aldatılmaya daha uygun bir yapay iletişim ortamının almasıyla sonuçlanacak bir girdabın içine sürükleniyoruz.
Dünya mutluluk endeksinde en önde çıkan ülkelere baktığımızda sosyal medya kullanımının bu denli teşhirci olduğu hiçbir ülke yok. İstisna sayıdaki kullanıcılar olsa da genele baktığımızda yok… Gerçek yaşamdaki doyumsuzluğu, mutsuzluğu, narsist eğilimleri, kompleksleri sosyal medyada yarattığımız sanallıkla kapatıyoruz.
Başlangıçta da söylediğim gibi bu yazının içeriği nedeniyle kızacak çok insan olabilir. Hatta sosyal medyayı belki farkında olmadan ben de zaman zaman eleştirdiğim biçimde -özellikle ilk başladığım dönemlerde- kullanmış olabilirim. Ancak kabul edelim ki elimize geçirdiğimiz araçları amaçlaştırıp yozlaştırmakta üstümüze yok. Vur deyince öldürmede üstümüze yok.
Elbette kullanalım, istediğimiz gibi kullanalım. Bundan belki bana ne. İnsanların keyfine ne karışıyorsun, dilediğini yapar falan filan… Ama aynı gemide yol alıyorsak elbette ileride sıkıntı yaratacak konulara değinirim. Bilgi çağının ürünlerini, mağara dönemlerinin zihniyetiyle kullanınca uzun vadeli zararlarını sadece bireylerin kendileri değil, toplum da çekiyor.