Bazı konular hakkında yazmaya başlarken ilk cümle telaşı yaşanır. Başlangıç olarak kerteriz alacağımız noktayı belirlemek ve hedeflediğimiz sonuçla arasındaki bağıntıyı iyi kurma endişesi de mevzuyu iyice zora sokar. Hele ele alacağımız mesele ülke gündemi ile alakalı ise durum daha da vahim hale gelebiliyor.
Zira başlangıç noktası ile sonuç arasında nitelikli bir bağ oluşturmak bu kadar yoğun gündemi olan bir ülkede o kadar da kolay olmuyor. Üstelik başı ile sonunun kopuk olduğu, hiçbir amacı olmayan onlarca yazı insanların gündemini hala meşgul edebiliyor. Peki bizim muradımız nedir? Lafı eğip bükmeden soralım; “önümüzdeki seçim içinde bulunduğumuz şartlarda muhalif olarak nitelendirilen insan grupları için bir değişim barındırıyor mu?“
Tek tek sorunları saymanın ve de bu sorunlara muhalif olan grupların getirdikleri çözüm önerilerini dile getirmenin bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. Bahsetmek istediğim gerek iktidar gerekse muhalif gruplar açısından herkesin arkasında durduğu tabanın kendinden olmayanın derdini hiçe sayması. Yine kitabın orta yerinden sorarak başlayalım; “İstanbul sözleşmesi ile Kürt meselesi hakkında muhalif grupların ne kadarı iktidardaki partiden farklı bir noktada yer alıyor?” ya da “Mülteci meselesinde en doğru çözüm yolunu kim savunuyor ve de bu savunusu halk nezdinde nasıl bir karşılık buluyor?“
Şu ana kadar ortaklaştıkları tek konu ekonomi. Bu konuda muhalif olarak nitelendirilen tüm güruh iktidarın yaptıklarını hatalı bulmakla kalmayıp hesap sorulacağını ve dahi tüm sorunların üstesinden gelineceğini iddia ediyor. Bu ortaklaşmayı önemsemiyor değiliz ancak bunun dışındaki meselelerdeki ortaklaşamayış insanda ister istemez değişimin gerçekleşmesi ihtimalinde bile mevzunun sadece ekonomik alanda sıkışmasına ve bu alanın dışındaki meselelerde ise herhangi bir beklenti oluşmamasına yol açıyor. Mevcut sorunların sadece siyasi partilerin aldıkları tavırlara göre belirlenmesi üzerine kurulu bir siyasi anlayışın ülkeye egemen olduğu bir gerçek.
Ülkenin belirli bir kesiminden bahsedilirken sürekli olarak “sessiz çoğunluk” tabiri kullanılır. Bu sıkışmışlığın ve de bundan çıkma ihtimalinin olmayışının bundan daha güzel bir açıklaması olamazdı. Eğer ki ülkenizde örgütlenme kültürü gelişmemişse, yine ülke meselelerine ilişkin sorunların çözümüne yönelik tüm çabaları insanların kendilerinden değil de sadece siyasi partilerden beklemesi bir ilke haline gelmişse mevcut durumu sadece beklentileri karşılayan bir partinin olmamasıyla açıklamak doğru olmaz. Burada aktardıklarımızı “ne yani herkes gitsin parti mi kursun?” kolaycılığıyla eleştirecek olanlara ise cevabımız; “sadece oy verme davranışı ile değişim beklentisi içine girmenin nafile bir çaba olduğudur.“
Bir kitle düşünün ki sıkıntıları var, birçok mesele hakkında fikri var, çözüm önerisi var ama sesi yok. Böylesi bir kitlenin sesini duyuramayışı maalesef beklentilerinin gerçekleşmemesi ile doğru orantılıdır. Değişim beklentisi ancak ve ancak taleplerini gerçekleştirecek eylemselliği de içinde barındırır. Bizimki gibi en ufak bir örgütlenme çabasını anarşizm etkinliği gibi gören bir toplumda bunun aşılması elzemdir. Aksi taktirde şikayet etmenin, mevcut kurumların yetersizliğinden bahsetmenin, kimseye güvenilmeyeceğinden dem vurmanın bir yararı olmaz.