Bir akşamüstü güneşi selamlıyor yorgun bir kadın penceresinde. Güneş kendini yeni gösteriyor çünkü şehrinde. Elinde, inceden bir sigarayla sırtını güneşe veriyor. Odanın içini sanki daha önce hiç görmemişçesine seyre dalıyor. Güneş ısıtıyor içini yalnızlığın soğukluğuna aldırmadan.
Bir rüzgar esiyor, ardından sallanıyor perdeleri odanın, sonrasındaysa saçları kadının. Karşı apartmanın çatısı kuşlara mesken olmuş. Gökyüzüne ve kuşlara dönüyor kadın. Güneş umarsızca acıtıyor gözlerini, kadınsa kısıyor onları usulca gökyüzünü izleyebilmek adına… İkincisini yakıyor sigarasının. Başında felaket bir ağrı, sersemleştiriyor onu. “Geçecek.” diyor kadın içinden. Sonra sesli bir şekilde tekrar ediyor. “Geçecek. Dünleri nasıl geçtiyse, bugünleri de öyle geçecek ömrümün. Acılı biraz, mutsuz belki, hatta olağan yavaşlığıyla. Ama, elbet, geçecek biliyorum.”
Elini uzatıyor güneşe usulca, engelleyemiyor yine de gözlerinin kamaşmasını. Sonra kara bulutlar gelip yerleşiyor güneşin önüne, kadın gökyüzünü rahatça izleyebilsin diye yardım edermişçesine… Kadınsa usulca çekiliyor pencerenin önünden.