Yıllardır bitmeyen bir otobüs yolcuğundaymış gibi ömrüm. Yorgun, bitkin ve halsizim. Bir şehir daha geçmeye gücüm kalmamış ama yine de devam ediyorum yolculuğuma. Nereye gideceğimi bilmemenin yorgunluğu kuşatmış bedenimi, ruhumu ve zihnimi. Zihnimse hala bana oyunlar oynama peşinde.
İnsan gitmesi gereken yerde kaldıkça daha çok kaybediyor. Yolculuğu başladığında ise yorgunluklar beliriyor. Bir insan yaşamı boyunca ne kadar düşer ki? Ben, sayısız. Öyle düz yollarda da düşmedim üstelik. Hep kuyulara oldu düşüşüm. Karanlık, zifiri, soğuk. Isınmak için yaktım kendimi içimde. Ateşten var olmayı denemekti belki de bu. Neyin ne olacağına, nasıl olacağına bir türlü karar veremeden, hiçbir şeyi düşünemeden baktım kuyudan yukarıya doğru. Bir umut, gökyüzünü görürüm diye.
İnsan komik varlık doğrusu. Zifiri bir kuyunun dibinde hala gökyüzünü görmeyi umut edecek kadar komik. Bir Yusuf kaç kez gelir dünyaya? Hadi geldi diyelim, her Yusuf çıkabilir mi kuyudan? Hoş, ben zaten Yusuf değilim, olsam da çıkamam bu kuyudan. Yine de, söyledim ya komik varlıklarız, söylemeden edemeyeceğim; “Kuyu karanlıktır. Ama içinden berrak su çıkar.”
Arınmamızı istiyor belki de Tanrı bizi bu kuyuya sürükleyerek, dışarıdaki tüm aydınlık kirlerden…