A şehrinden B şehrine saatte 95 km hız ile giderken sanki umurumuzda mı 72 ışık yılı uzaklıkta olan bir yıldızın patlaması? Bilmediğimiz mevzular bizi rahatsız etmez ve böylece ne de güzel avuturuz kendimizi bir koltuktan kalkıp diğerine otururken.
Dışarıda olan her şeyi boş verip, o yosun tutmuş kabuğu kaldırınca acaba neler var olmuştur altında? Ağlaya ağlaya başardın bunları. Bilirsin yosunlar ıslak ve yeşildir. Yeşil. Renklerin en güzeli… Hiç saymayı denedin mi ağladığın zaman kaç adet damla akar gözlerinden? Ya da en azından bir gözünden… Sayı çok olunca mı acı büyük oluyordu yoksa hiç akıtamayanlardan olunca mı? Ama bilinen bir şey var ki ne için olursa olsun tanıdıktır gözyaşları. Hep aynı yolu izlerler ve ne kadar derinden geliyorsa sebep o kadar fazla kaçar tuzu… Şimdi o kaldırdığın kabuğu şöyle bir incelemelisin. Ne zorluklar, neler neler var imiş evvel zaman içinde. Çünkü yaşadığımız güçlükler varoluşumuzu aydınlatır aslında, ama taze ve kaliteli olanlar. Belki de yıldızlar da aynı mantıkla doğmaktadır.
Zaman zaman oluyor işte bir şeyler. Ama bir şeylerin zaman zaman olması ile zamansız olması arasında bir fark yoktur… Ne büyük yanılgılar. “Zaman” denildiğinde hep ileri bir akışa odaklanır benliğimiz. Yanlış hesaplar ama geçerli sonuçlar. Bu yanlış hesaplara göre onun var olduğu kesin ama durmadan ilerleyen bir şey. Elbette geldiği bir yer olmalı o halde. Mesela rüzgâr gibi. Ama olmaz ki. Belki de hep var olduğu için duyulmayan bir müzik gibidir. Çok derinlerde hissedilen…
Bütün bunlar da bir delinin üfürmeleri neticede. Dikkatli okuyanlar eminim ki bunu anlarlar. “Deli deliyi görünce gözünden tanırmış” der T. Robbins. “Yoksa bütün penguenlerin Güney Kutbu’nda ne işi var?”