Başlığın ilk akla gelen özeti, o kişinin yansıyan tarafıdır. Şimdi şöyle bir düşünelim. İnsanların yaşamlarında süregelen davranış biçimleri aslında hep ‘ben’ odaklıdır. ‘Böyle daha iyi olur, ben yaptım, benim fikrim çok daha gerçekçi, sana katılmıyorum, ben de öyle söylemiştim’ gibi konuşmalar insanın ne kadar bencil bir varlık olduğunu gösteriyor. Daha ziyade paylaşımcılıktan çok uzak, kendi fikirlerinin her zaman doğru olduğuna inanan ve hiçbir fikrinden taviz vermeyen bir insan profili olarak karşımıza çıkıyor. İşte bu hal ve hareketler; bizi sadece kendi dünyamıza hapseder ve paylaşımcı olmayan, etrafa kapalı bir insan modeli olarak yalnızlığa mahkum eder. Bu modelden çıkan insan figürü; mutsuz, neşesiz ve hayattan hiç zevk almayan, adeta dünyaya geldiğine pişman bir durumdadır.
Mutluluk ve neşenin o insanda ortaya çıkması için değerli bir eşyanın satın alınması gerekir; kısacası metaya dayalı sevinçlerdir. İnsanda ne kadar süreli bir mutluluk olarak hayatına yansır tabii ki tartışılır. Ruhun beslenmemesi, gönül denen o uçsuz bucaksız tarlanın mahsulsüz kalması gibi çorak, kurumuş ve toprağı çatlamış bir manzara gibidir. İşte bu tarlaya gerekli olan su verilmedikçe bu manzara hiçbir zaman değişmeyecektir. Hz. Mevlana’nın Mesnevi’de de söylediği gibi; akarsu kenarları daima yeşillik olur, ağlamayan veya ıslanmayan gözde kuraklık olur, nerede bir damla yaş varsa gönül bu nemden nasibini alır ve işlenecek duruma gelir.
Konuyu özetlemem gerekirse ilahi aşk bu gönülde yaşar ve bütün kötü duygularını siler atar. Bunun sonucu da kişinin yaşayışında diğer insanlar tarafından nasıl görüldüğüdür. İşte bu yaşam tarzı bir belge olarak tüm insanlığa dağıtılsa İNSANIN HAL BELGESİ’nin adına biz Tasavvuf deriz. Fakat günümüzdeki insanlar tasavvuf kavramını tam olarak algılayabilmiş değildir. Yaşanabilir bir hayat demek olan ve ne kadar güzel bir insan denilen bu kavram, asırlar boyu yaşanmış ve tarihimizde o muhteşem Allah dostları ve de canlar hep yetişmiştir.
Bu önemli konuyu daha iyi anlatabilmek için birkaç misal vermek istiyorum. Hz. Musa Allah’a hep dua eder ve der ki “Allah’ım bana ledün (içsel yolculuk) ilmini öğret bu ilmi öğreneceğim bir kişi karşıma çıkar ki kendimi bu kişiye sevdirebileyim, ben onda yansıyabileyim ve de onun gözünde nasıl biri olduğumu bileyim.” diye ettiği dualar neticesinde Allah ona bu ilmi en iyi bilen HIZIR aleyhisselamı gönderir. Konu Kuran-ı Kerim’de olduğu gibi geçiyor. Musa Peygamber’in Hızır ile olan yol arkadaşlığında, başlarından geçen ve inanılmaz ibretler çıkartılan bir konunun anlatılmasıdır. Musa a.s Hızır ile olan yolculuğunda çok imtihanlarla karşılaşır. Bir deniz kenarında mola verdikleri bir sırada yiyecek çıkınlarından (sepetlerinden) azıkları olan pişmiş balığın suya atlayarak kaçtığını görür. Tabi Hızır’ın bu ilmi öğretmesinin tek bir şartı; ne yaparsa yapsın karışmaması ve de susması, sabretmesidir. Bu olay karşısında Hz. Musa hiçbir şey sormaz. Yolculuk devam ederken Hızır’ın bir gemiyi parçaladığını görür ve ona neden böyle yaptın diye sorar. Fakat Hızır baştan anlaşmaları gereği ona cevap vermez. Yolculuk devam eder. Sonra Hızır bir delikanlıyı öldürür. Hz. Musa dayanamaz ve sorar neden böyle yaptın ki onu neden öldürdün der; işte der Hızır seninle benim farkım bu çünkü olayın iç yüzünü bilmiyorsun. Daha sonra bir duvarın yıkıldığını görür ve hemen onu düzeltir. Musa a.s keşke der biraz para isteseydin bak kaç gündür açız diye sitemde bulunur.
Bu olaylar bize ledüni ilmini anlatması açısından Hz. Musa ile Hızır a.s arasında geçen ve tamamen Kuran-ı Kerim’e dayalı olan olaylar zinciridir. Geminin parçalanması ileride bir korsan gemisinin o gemiyi eski görüp onu kuşatmaması içindir. Çünkü o gemideki tüm insanlar öldürülecektir. O delikanlının öldürülmesi de ileride Müslüman olan anne ve babasına aşırı zulüm yapmaması içindir. Duvarı düzeltmesi de orada oynayan iki küçük çocuğun ileride o duvar altında gizli olan defineyi daha sonra bulmaları içindir.
İşte bize gösteriyor ki içsel yolculuğa talip olmak tüm olayları düz mantık ile değil bir rahmet bir sır çerçevesinde görebilmektir. Bu yüzden Hz. Musa’nın cana bakma olayı Hızır a.s sayesinde vuku bulmuş, Hz. Mevlana’nın da cana bakıp kendini görmesi Şems hazretlerinin sayesinde olmuştur. Hz. Mevlana’nın Mesnevi yazması Şems hazretlerinin onunla olan sohbetleri ve de can dostu olması ile mümkün olmuştur. Mevlana hazretleri böyle bir can bulduğu için o ölümsüz Mesnevi’sini hayata geçirebilmiş ve günümüze kadar tazeliğini koruyarak tüm insanlığa ışık tutan ve yaşanabilir bir İslamiyet’in kapılarını açmıştır. Oysa günümüzdeki İslamiyetin yabancıların veya başka dini temsil eden insanların gözünde ne kadar zulümkâr ne kadar bizi yansıtmayan bir din anlayışı gösterildiği aşikardır. Tabii ki bu da emperyal güçlerin İslamiyete asırlardır devam eden oyundur.
Peki bizlerin cana bakması nasıl olabilir? Yaşadığımız hayatın iki temel kavramı vardır. Birincisi dikey olan hayatımız, ikincisi de yatay olan hayatımızdır. Dikey olan hayatımız biz inananların Allah’a olan ve yerine getirmekle yükümlü olduğumuz İslam’ın şartları; şehadet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek ve hac vazifeleridir. Bunlar Allah’ın biz Müslümanlara emirleri ve yapmamızı istediği ibadetlerimizdir. Bundan daha önemli olan yatay hayatımızdır ki insanlarla olan ilişkilerimizde onları Yunus’un dediği gibi yaratandan ötürü sevebilmemiz, sevgili peygamberimizin dediği komşunun aç ve sefil olduğunu bilip maalesef hiç bir şey yokmuşcasına davranan BEN odaklı insanların yaşıyor olmalarıdır. Efendim, İslamın temel kuralında çok önemli olan toplumsal yaşayış ve karşısındaki insana değer verme becerisi temel sebeptir. O yüzden Sevgili Peygamberimizin peygamberliği daha verilmeden önceki kırk yıllık hayatında inanılmaz sevgi dolu olması, son derece dürüst ve en önemlisi karşısındaki insanların ona bakıp kendi içlerini görmesi, Efendimin bir CAN olması olayı bu yazımı özetler mahiyettedir.
Umarım konunun içeriğini anlatabilmişimdir. Çünkü bu çok önemli bir mevzu olduğu için anlaşılmaması tamamen benim eksikliğimdir. Bizlerin derdi, Rabbimin dilemesi ile CANLAR bulmanın sevdasına düşüp, gerçekten kendi perişanlığımızı bir kez daha gözden geçirebilmemizdir. Allah tüm insanlığa kendi benliğine, yani kibir ve gururuna bakan değil, kendi içini görebilecek can arkadaşlar veya çok iyi insanlar nasip etsin inşallah, tüm temennim kendi adıma budur. Sağlıcakla kalın.