Biriyle anlaşabilmek için çok tanımak gerekmiyor bazen. Karşısına geçtiğiniz zaman gözleri gözlerine denk düştü ise artık tanımış olmak, tanımamış olmak hatta yabancı olmak hiçbir şey ifade etmiyor sizin için. Düşünün dünya nüfusu neredeyse 7 milyar kişiden oluşuyor ve bizler yaşadığımız toplum düzeyinde günde en az birkaç kişiyle karşılaşıyor, kelimelerimizi sarf ediyoruz. Bunlardan bazıları tanıdık bazıları yabancı. Konuşmaya odaklanmış bir toplumda yaşıyoruz, içimizi dökmek için konuşuyoruz, dedikodu yapmak için konuşuyoruz, bazen çok boş bazen dolu dolu geçiyor gün içindeki konuşmalarımız. Ancak bir şekilde konuşma ihtiyacımızı gidermek istiyoruz.
Peki ya bugün onu yapamazsak, ya konuşacak kimse olmazsa çevremizde, ya telefonumuzu cevaplayan tek bir kişi kalmazsa? Dökmeli insan içini, kah karşılıklı iletişimle olmalı kah yazı diliyle. Konuşmalı ve akıtmalı içinde yaşadıklarını. Üzüntülü ise eğer ağlamak yerine tek başına bir köşede, anlatmalı. Sevinci içine sığamıyor, sel olmuş taşıyor ve paylaşmak istiyor ise, paylaşmalı. Mutluluklar paylaştıkça çoğalır, üzüntüler anlattıkça azalır diye bir söz dolanır ya dillerde, en sevdiğimdir aslında.
Paylaşın, eksilmeyin çoğalın. Mutluluk katın her anınıza, neden mi? Bir durum yaşamıssınız, başınıza çok kötü şeyler gelmiş ve siz kendinize ‘neden bu benim başıma geldi, ben olmak zorunda mıydım, dünyada başka insan mı yoktu da beni buldu’ gibi olumsuz sorular sorarak olduğunuz yerde kalıyor, olumsuz sorulara olumsuz yanıtlar veriyorsunuz. Ve bir bakıyorsunuz kapkara bulutlar sarmış çevrenizi. Ama çözüm bu değil ki! Çözüm, doğru soruları görebilmekte. ‘Evet başıma çok kötü bir şey geldi, peki ben bunu nasıl düzeltebilirim?’, ‘başa çıkmanın yolları nelerdir’ gibi olumlu sorular sorarsak kendimize, emin olun evrene verdiğiniz pozitif sorular sizlere pozitif cevaplar olarak geri dönecektir.
Ne hayat dümdüz bir çizgi halinde ne de bizler üzerinde yürüyen ip cambazlarıyız. Hayat bazen engebeli ve zorluklarla geçer, bazen sorunsuz ve mutlulukları bizlere sunar; yaşamın doğası… Atlatılmayacak sıkıntı, zorluk yok aslında hayatta, bizler doğru sorularla gelmediğimiz için düzeltemiyoruz o aşılmaz engelleri. Yaşam duruyor, kendimizi yalnız hissediyoruz, olumsuz bir durum karşında kapatıyoruz pencerelerimizi evrene ve küsüyoruz. Yapmayın bunu kendinize, o anınızı olumsuzluklarla perdelemeyin. Bir daha yaşayamayacağınız o anınızı zehir etmeyin. Dimdik durun, derin bir nefes alın ve ‘bitti, arkamda kaldın’ diyin her ne sıkıntınız varsa.
Eğer bitmediyse hala, benim gibi yazın… Nasıl yazdığınız önemli değil, yazın silin tekrar yazın, ama paylaşın! Kendinizle yapamıyorsanız eğer birine anlatın, sizi tanısın ya da tanımasın. Aslında bizi hiç bilmeyen birine kendimizle ilgili şeyleri anlatmak daha iyi gelir her zaman. Birbirini hiç tanımayan iki insandan bahsetmek istiyorum size, belki de dile getiremediğim duyguları kelimelerle anlatmaya çalışacağım (eğer başarabilirsem).
Karşınızda hakkımda hiçbir şey bilmeyen biri duruyor, ne anlatabilirim ki diyecekken, gözler arasında bir iletişim, konuşmadan çok anlatmaya başlıyorlar dertlerini, tasalarını. Öyle bir enerji dolaşıyor ki konuşacak şey bırakmıyor dudaklara. Önce bir merhaba ile başlıyor konuşma, sonrasında gözler diyor ki derdini anladım aslında ama sen yine de konuş. Bir karşıdaki konuşuyor anlatıyor kendini bir siz… Özelliklerden başlanıyor önce. Bunu severim bunu sevmem vs. garip, ortak bazı şeyler yakalıyorsunuz. Ama içinizden diyorsunuz ki, dünyada bu kadar insan içinde olabilir böyle şeyler. Sonra korkular, tasalar, takıntılar hakkında birkaç konuşma geçiyor. Garip; aynı hissiyatın karşıda oturan ve hiç tanımadığınız insanda bulunması garip diyorsunuz içinizden. Sıkıntılar paylaşılıyor sonra. İki taraf da eski/yeni durumlarından bahsediyorlar. Ve yine bir ortak nokta yakalıyorsunuz, gerçekten garip.
Kendi yaşadıklarınızı o kadar büyütmüşsünüz ki kafanızda, dayanılmaz, yaşanmaz bir dünya yaratmışsınız adeta. Ama karşınızdaki sizin yaşadıklarınızdan öyle büyüklerini yaşamış, öyle dayanılmaz acılara göğüs germiş ve öyle cesur duruyor ki, utanç içinde hissediyorsunuz kendinizi. ‘Ben yaşadıklarıma üzülmüş olamam’ dedirtiyor karşınızdaki hiç tanımadığınız yabancı… Ve gerçekten en güzel anlarım bu saçma sapan durumlara üzülerek mi geçti diye hayıflanıyorsunuz içten içe. Çünkü şimdiye kadar hep kontrollü, hep kurallar dahilinde bir hayat içinde yaşamışsınız. Bir hat çekmişsiniz kendinize, eğer onu geçersem yaşayamam, imkansız! Tabularla dolu içiniz, tıka basa hem de! Sürekli bir plan sürekli bir düzende olsun istiyorsunuz hayat, olmayınca da o hayat yıkılıveriyor başınıza. İşte bunu değiştiren bir cümle söyledi karşınızdaki “anı yaşa”. Nasıl yani? ‘Yapamam ki’ dediniz. Onu bile planlamak lazım size göre, ama değil. Hayat bu değil, hayat kural değil.
Bir pencere açılıveriyor o yabancı sayesinde. Peki nasıl göreceğim gökyüzünü diyecekken bir el geliyor elinizin üstüne ve anlamadan masmavi gökyüzünü kucaklayıveriyorsunuz. Birden bir bakıyorsunuz karşınızdaki aslında bir yabancı değil, sizsiniz. Kaygılarınızla, üzüntülerinizle, sevinçlerinizle, hoşlantılarınızla yüzyüzesiniz aslında. Düşünün sizden bir kişi daha var bu alemde ve o da şuan karşınızda gözlerinizin içine bakıyor. Dünyada milyarlarca kişi arasında birbirini hiç tanımayan iki insan bir oluveriyor adeta. Kendinizi görüyorsunuz, yaşıyorsunuz, hissediyorsunuz.
Bir olan insanınızı bulmanız dileği ile…