“İçimizde, Sinderella’nın ayakkabısıyla dolaşan biri var sanki; tanıştığı herkese bu ayakkabıyı giydirmeye, uyup uymayacağını anlamaya çalışan biri…” diye yazmıştı Taraf’ta bertaraf olan yazarlardan biri.
Şimdi düşünüyorum da, evet, yalnız ve yorgun olmasına rağmen seçici biri bu. Acaba içimizdeki o kişi mi bu aşk yoksulu çağı yarattı, sevgiyi devalüe etti ve bizleri hazinenin üstünde oturduğunun farkında olmayan birer Hintli fakire dönüştürdü! Bu yüzden mi sevgisizlik çölünde yalınayak tenimiz, ıssızlaşmış yüreğimiz birlikte kızarıyorlar gün gün…
Dahası, aşk üretip aşk tüketmeyi de elinde ayakkabıyla dolaşan sevgi yoksulu insanların tesadüf edeceği olaylar çizmeye başladı sanki! Oysa sarılıp çok mutlu olacağımız sadece iki şey var; biri vereceğimiz sevgi, diğeri alacağımız…
Bütün bu evren ve dünya ve içindeki her şey tanrının bir rüyası ise; o rüyanın bir kısmı bizim sevgi alışverişimizle ve aşkla yaratılmıyor mu sanıyorsunuz!.. Peki, bunca sevgi erozyonu yüzünden tanrı da o rüyasını yitirmiş olmayacak mı? Düş kırıklığına uğramış tanrı üzerimize cebbar (acımasız, zorba) sıfatını salmayacak mı?..
Handiyse tanrı uyanmak üzere! Nerede onca beyaz atlı prensler, nerede tüm Sinderellalar?! Sizinki de benimki gibi içinizde bir yerlerde mi kayboldu yoksa?
Sevgi ıtırıyla bizi körkandile dönüştüren Şubat ayı da bitmek üzere; narkoz etkisi geçince yine elde ayakkabı, yürekte özlemle mi dolaşıp duracağız bir yıl daha? Kırık Kalp Sendromu ne zaman bitecek bu yerkürede? Yetmedi mi soluduğumuz bunca aşksız nefes!..
Külkedisi, sana sesleniyorum; elimdeki o ayakkabının diğer teki sol ayağında yaşlanıyor…
Mehmet Sağlam
21.02.2013