Mart ayının da gelmiş olması zihnimde oluşan, zaman hızla ilgili tüm rekorları kırıyor, kendi rekorunu da düşüncesini iyice pekiştiriyor. Yine kendime, kendimce sorduğum onlarca soruyla başbaşayım. Kafamda dolaşan kırk tilkinin kırkının da kuyruğunun birbirine değmemesi olayı ise fena halde canımı sıkıyor. Mucizelere ihtiyacım var galiba. Mardin’in Sürekli ilçesinde rutin kazı çalışmaları yapılırken iş makinalarının kepçelerinden yüzyıllar öncesinden kalma altınların toprakla birlikte havaya saçılması gibi misal…
Şu an içinse altınların trajik bir biçimde havaya saçılmasını değil, anılarımın etrafımda patlama etkisi yaptığını söyleyebilirim, İzmir’deyim, ruhumu sağaltıyorum, mutluyum, huzurluyum… Kulağıma “hayrani” diyen bir ses çalınıyor. Sesi ete kemiğe büründürmeden uzaklaştırıyorum… Amacım aklımdaki soruları tek tek yanıtlamak, durup bakıyorum neler olacak.
Beş yıl sonra ruhumun yaşadığı şehirde olmak, sayısız anıları hatırlamaktan öte içsel bir yolculuk yapmamı sağladı. Demek ki beş yıldır özüme hiç bakmamışım, hiç umursamamış, hiç takmamışım. Kendime olan uzaklığım ise başka bir maceranın, başka bir ayın konusu olsun. Gökyüzüme yıldız yıldız dağılmış anılara dönecek olursak Ece(m) Temelkuran(ım) Muz Seslerinde şöyle bir şeyler yazmış, saygı duyuyorum. “Beyrut’ta yaşayan herkes eninde sonunda Beyrut’a benzer, unutmaya çalıştığı tek bir şey vardır ve bir tek onu çıkaramaz aklından…”
Rio de Janeiro’yu kucaklayan İsa heykeli gibi bende kollarımı açıp iki yana şehrimi kucaklıyorum, kendimi neden Corcavado anıtına benzettiğimi konusunda değişik söylemler var, siz istediğinizi düşünebilirsiniz, gülüp geçedebilirsiniz.
Kendimizi mutlu hissettirecek şeylerden neden bu kadar uzak kalıyoruz, neden her şeyi erteliyoruz, neden sorunlarla cebelleşirken kendimizi ödüllendirmeyi unutuyoruz, neden kendimize zaman ayırmıyoruz, neden içimize biraz daha derinden bakmıyoruz, neden anı yaşayıp, tadını çıkarmıyoruz? Neden olumsuzlukların hareket alanımızı kısıtlamasına izin veriyoruz, neden her şeye kucak acıp, her şeyi olgunlukla karşılamıyoruz? Neden radikal kararlar almaktan ürküyoruz, neden hayatın bizi yorduğunu düşünüp, otoriter baskıdaymışız gibi kabuğumuza çekiliyoruz, neden daha fazla gülümsemiyoruz?
Özgürlük bizim için ne ifade ediyor, en son pervasızca ne zaman eğlendik, coşkuyla kimle tartıştık, gerçekten olmak istediğimiz yer neresi diye sorduk, en son ne zaman aşık olduk, en son ne zaman günlük bir gazetenin tamamını okuduk? Ne zaman kararlarımızı uygulamak için ilk adımı attık?
…Ve en son ne zaman kendimize dürüst olduk ve tüm cevaplarımızı sakınmasızca paylaştık kendimizle?
Hadi silkinip kendimize gelelim, muhasebemizi yapıp öyle başlayalım ertesi güne, baharı daha kararlı, daha dingin ve daha iyi karşılayalım.
Kolay gelsin sevgili okur, hem size hem bana, nisanda görüşmek üzere.
Not: Erhan’a sonsuz teşekkürler… O olmasaydı asla evime, okuluma, sokağıma gitme gücüm olmazdı!