Kalp acıyınca, çok acıyınca; insanın tüm uzuvları, tüm organları ihanet ediyor gibi… Sanki nefesin kesiliyor, kanın donuyor, nefes alamıyorsun… Güçlü görünmeye çalıştıkça; beynin alay eder gibi, üzerine çullanıyor. Gözyaşların içine akıyor, aktıkça bedenin eriyor. Durup dururken ellerin buz kesiyor. Kalabalıkta, onca ses yığını içinde, insana hasret kalmış gibi yalnızlaşıyorsun. Birinin ‘Nasılsın’ sorusuna verilecek bir cevabın yok gibi, susuyorsun…
Bedenin sana ihanet ediyor ve bir köşede yığılıp kalıyorsun. Herkes etrafında toplanmış, ne olduğunu sorarken; gözünün önünde bir hayal, gözyaşların gözpınarlarında sıkışıp kalmış, öylece boş boş bakıyorsun. Sanki konuşmaya yeni başlamış, cümleleri seçemeyen, bilmeyen bir çocuk gibi; yarım yamalak anlatmaya çalışıyorsun… Anlatmaya çalıştıkça acın artıyor, daha da içini acıtıyor gibi…
Bildiğin ama bilmek istemediğin gerçekler bir bir aklına gelirken,
Kalbinin feryadı kulaklarında çınlarken,
İçin isyan edercesine huzur isterken,
Sadece ağlıyor, sadece ağlayabiliyorsun.
Sanki yapılacak hiçbir şey yokmuş gibi, sadece ağlıyorsun…
Ağladıkça huzur istiyor, ağladıkça ağlıyor ve ağladıkça mutluluk diliyorsun.
Kalp acıyınca herkes ihanet eder gibi gülüyor. Aklın sana gerçekleri daha önce gösterdiği için, bilmiş bir edayla ‘Ben Söylemiştim’ diyor. Kalbin zavallı, kanadı kırık bir kuş gibi, av olmamak için çırpınıyor. Çırpındıkça kanıyor. Kanadıkça tükeniyor gibi…
Her defasında bir parça huzur, biraz mutluluk istiyor.
Her defasında huzurun ve mutluluğun yok olup gidiyor gibi…
İnançla dilemekten vazgeçmiyor.
Vazgeçmedikçe, vazgeçilen olunuyor gibi…
Kalp acıyınca…
Çok acıyınca…
Sanki bir hayat yok oluyor gibi…