Sağlıklı, dinamik ve refah bir toplum olabilmenin ön şartı sağlıklı beyinlere sahip olmaktır.
İnsan vücudunu oluşturan trilyonlarca hücreden her biri kendi kendini sürekli yenilemektedir. Büyüyen saçlar ve tırnaklar, bu yenilenmenin en belirgin görüntüsüdürler. Oysa vücudumuzda mikro seviyede cereyan ettiği için göremediğimiz haftalık, aylık, mevsimlik ve hatta yıllık “tazelenmeler” oluşmaktadır. Ciğerler, kalp, mide, kemikler, ilikler ve pul pul dökülen deri gibi tüm bedenimiz, en geç 11 ay içinde tamamen değişmektedir. Yani bir yaş gününden diğerine kadar bedenimiz tamamen yenilenmektedir. Beyin hücreleri hariç… İşte bu konuda bilinçlenmenin hayati önemi vardır!
Beyindeki sinir hücreleri (nöronlar) yenilenemezler; çünkü merkezi sinir sistemi ve beyin kendi kendini üretemez. Doğduğumuz günden, ölünceye kadar her gün yüzlerce nöron kaybederiz ve verine yenileri gelmez. Bu kayba rağmen beyin küçülmez. Çünkü sürekli dallanıp, budaklanır ve yeni nöron dalları (dendritler) oluşturur. Beyin; hayata 100 milyar gibi astronomik bir hücre sayısı ile başladığı için günlük hücre ölümleri önemli sayılmaz. Yılda 100 bin nöron kaybetse bile, bu, 100 yılda 10 milyon hücre eder ki beynin ancak on binde biri kadardır.
Minimal düzeydeki bu doğal beyin kaybı yanında, nöron imhalarına sebep olan başka etmenler de vardır. Bunlardan biri alkoldür. Bir duble rakı, bir bardak şarap veya bir şişe bira içindeki alkol, günnük doğal kaybın çok üstünde nöron ölümüne sebep olur. Bu da önemsiz görülebilir. Ama her gün 35 cl’lik bir şişe rakıyı mideye indiren bir insanın 50 yılda 200 milyondan fazla nöron kaybettiği göz önünde tutulduğunda, alkolün ciddi sorunlar doğurabileceği ortaya çıkar. Uyuşturucu maddeler, eksoz gazları, sigara dumanı, çeşitli kimyasallar ve hava kirliliği gibi faktörler de hem sinir hücrelerini öldürürler, hem de nöron devrelerinin sıhhatli çalışmasını önlerler.
Akciğerlerimize büyük bir keyifle çektiğimiz sigara dumanının muhtevasında 2 bin farklı madde olduğunu bilmek, bize bu konuda daha iyi bir fikir verebilir. Nöron ölümlerinden daha önemlisi, mevcut hücrelerin sağlıksız çalışmalarıdır. Beynin fonksiyonel bozukluğuna neden olan bir başka zararlı madde de cıva’dır. Bu maddenin henüz bilinmeyen bir nedenden dolayı beyne yerleşerek -özellikle çocuklarda- zekâ geriliğine yol açtığı görüşü bilim dünyasında büyük kabul görmüştür. Cıva bizlere, diş doktorlarımız tarafından -iyi niyetle- enjekte edilmektedir. Çünkü dolgu maddesi olarak kullanılan “Amalgam” denen bileşik cıva içermektedir. Zamanla buharlaşıp, solunum yoluyla kana karışan ve beyne yerleşen bu zehrin dünyada milyonlarca insanı etkilediği ileri sürülmektedir. Bazı ülkeler Amalgam kullanımını yasaklamış ve bazıları da yasağı en kısa sürede uygulamak için karar almışlardır.
Bütün bunlardan daha önemlisi, hemen hemen herkesin gözünden kaçan bir başka faktör de OKSİJEN’dir… Her organ gibi beynin de enerjiye ihtiyacı vardır. Beyin bu enerjiyi, oksijenle glikozu yakarak elde eder. Diğer bütün organlardan daha çok çalıştığı ve daha karmaşık yapılı olduğu için de, daha fazla oksijene gereksinim duyar. Beyin, vücudun sadece %2’si kadar bir ağırlığa sahip olduğu halde, kana karışan oksijenin % 20’sinden fazlasını kullanır. Yani payına düşmesi gereken oranın 10–12 katını… Bu nedenle; aylarca aç, günlerce susuz kalabildiğimiz halde üç dakikadan fazla oksijensiz kalamayız. Demek ki beynin hayatiyeti için en önemli ihtiyaçlardan biri oksijendir. İşte bu gerçek ışığında ortaya çıkmış olan aşağıdaki varsayım üzerinde ciddi biçimde düşünmemiz gerekmektedir: “Günde ortalama 7–8 saat içine kapanarak uyuduğumuz yatak odalarımızın yeterince havadar olmaması, başımıza çok büyük işler açmaktadır.”
Soğuk havalarda ve özellikle kışın, birçoğumuz, yatak odalarımızın kapı ve pencerelerini sıkıca kapatarak uyuruz. Hatta bununla yetinmeyerek, cereyan yapmaması için, kapı ve pencere kenarlarını süngerlerle ve bantlarla izole ederiz. Bu tutum, yatak odalarımıza temiz hava ve oksijen girişini tamamen engeller. Dört saatlik bir uykudan sonra, soluduğumuz havanın oksijen oranı iyice azalırken, karbondioksit oranı bir hayli artar. Daha kötüsü, odada alevle yanan bir ısınma aleti varsa, bu oranlar daha kısa sürede olumsuzlaşarak değişir. Bu durum, başta beyin hücreleri olmak üzere, bütün organlarımızın biyolojik ve fizyolojik sağlığını kötü yönde etkiler. Oksijen yetersizliğinin beyin sağlığını şöyle etkilediği düşünülmektedir:
1) Günden güne zayıflayan nöronlar ölmektedir.
2) Fizyolojik fonksiyonunu tam gösteremeyen nöronların yeni bağlantılar (dendritler) yapmaları ve elektriksel devreler oluşturmaları zorlaşmaktadır. Bu, çok önemli bir yetenek kaybıdır; çünkü geniş düşünebilme yeteneği, bu bağlantıların çokluğu ve işlekliği ile ilintilidir.
3) İki hücrenin birleştiği yerdeki boşluk anlamına gelen sinapsların çalışma düzeni bozulduğu için, hücrelerarası haberleşmede aksaklıklar oluşmakta, bu yüzden nöron devreleri sağlıksız çalışmaktadır. Bu da kısa vadeli hafızada hissedilir bir tembelleşme oluşturmakta ve ezberleme yeteneğinin azalmasına neden olmaktadır. (Bir toplumda “unuttum” sözcüğünün çok sık aralıklarla işitilmesi ve bunun çoğunluk tarafından geçerli bir mazeret sayılması, hafıza tembelliğinin en açık göstergesidir, denilebilir.)
4) Ortaya dil (lisan) ile ilgili problemler çıkmaktadır. Ve insanlar, anadillerini bile konuşurken uzun süre duraklamakta, “…ııı” yardımcı sesini sık sık kullanmakta, kekelemeye kadar varan dil sürçmeleri sergilemekte ve zihinsel blokajlar (filmin kopması) gibi geçici konuşma ve düşünme yeteneği kaybına uğramaktadırlar.
5) Düşünce tembelliği oluşmaktadır.
6) Hafıza, düşünce ve dil tembelliği gibi zihinsel faaliyet düzensizlikleri yanında oksijen yetersizliğinin ne tür bedensel arızalara yol açtığı da ayrı bir araştırma konusudur. Yeri gelmişken burada bir başka önemli olguyu daha vurgulamak gerekir: Diğer hiçbir canlıda, insan beynindeki kadar gelişmemiş olan beyin kabuğu (korteks), bizlere insan sözcüğündeki anlamı kazandıran eşsiz bir beyin tabakasıdır. Düşünsel yaşamımızı, kültürel yapımızı, uygarlığımızı, bilimsel ve teknolojik düzeyimizi ve en önemlisi konuşup iletişim kurabilme yeteneğimizi bu tabakaya borçluyuz.
Korteksteki nöronların da bedenin diğer hücreleri gibi günlük protein, vitamin ve minerallere ihtiyaçları vardır. Bunlarla beraber, kendi “santral”lerinde enerji üretebilmeleri için şeker ve oksijene büyük ihtiyaç duyarlar. Fakat beynin gereksinim duyduğu bütün besin ve oksijenin tamamen karşılanması, onun sürekli mükemmel işleyeceği ve üstün işler başarabileceği anlamına da gelmez.
Beyin sağlığının devamı için onu zararlı gazlardan ve kimyasallardan iyi korumamız da hayati önem taşır. Özellikle; karbondioksit, karbonmonoksit, hava gazı, eksoz gazları, sigara dumanı, boya ve tiner buharları, asitler, keskin temizlik maddeleri, aşırı alkol, çay, kahve ve uyuşturucu maddelerle birlikte gereksiz ilaç kullanımlarından uzak kalabilmek beyni sağlıklı tutabilmenin ön şartlarından biridir.
Bugün 70–80 yaşlarında hala üstün fikirler ve yapıtlar üreten insanlar varsa, onların, beyin sağlıklarını korumada büyük ölçüde başarılı olduklarını söyleyebiliriz.
Alıntı: “Beynin Kimliği” adlı kitabımdan.